Hayatla iletisimde: Eylül 2010

28 Eylül 2010 Salı

Dönüş

Sayılarla oynamaya döndüm hiç sevemediğim şehrin uyukladığım sınıflarına.
"Alışmak sevmekten daha zor geliyor"un melodisiyle kalbim atarken; sözleriyle nefes alıyordum sanki.

Soranlara cevabım "İdare eder".
Ama facede o videodaki gibi bağrıyor içim "İdare edemem anne. İdare edemem"


Ah annem gel dese, babamında bir atı olsa alsa beni götürse...
"O kadar umut lafları ettin bu ne şimdi?"leri duyar gibiyim.
Çok meşhur bir laf vardır: Dediğimi yap, yaptığımı yapma :)

İnan okuyucum göksel "Depresyondayım" dese de ben değilim.
 Ya bu yazdıklarım mı?

Bunlar sadece gerçekler.

Benim bildiğim, hep de söylediğim.
Peki ya asıl söylemeyi sevdiğim Şebnem'in bir şarkısından "Benim umudum var, beniiim umudum" :)

Anladığınız üzere bu dönüşüm hepsinden zor oldu. Harekete bir saat kala hazırlanmaya başladım falan.
Çünkü toplu bir bavul gitme durumunu kesinleştiriyordu gözümde.
Ben hala "kal bu gece"yi beklerken hızla akıp giden saatin tık tıkları "git" diyordu, "gideceksen bakleme".
Farklı değildim elbette bir elinde bileti gideceklerden.

Alacağın olsun memleketim; bana "gitme, kal" diyemedin....

'Yolların efendisiyim, yolcuların tercihiyim' bir otobüs, asılan bir muavin, horlayan bir koltuk komşusu, ısrarla üzerimde yatan arkadaşım ve uyuyamayan bir ben.
Öyle bir geçmez zaman ki...
***

Ben kendimi bildim bileli yürüdüğüm yol benimdi; rahattı, 'seni bırakayım'lar vardı, ağır yemeklerden sonra 'yürüyüşe çıkalımlar', gittiğin yerden istediğin saatte dönmeler çünkü son araba diye bir şey olmazdı.

Büyük şehirlerin toplu dertleri.


Yine de terminal otobüslerinin asabi abileriyle kavga eden olmadığın, sen durakta el kol sallarken bırakıp giden tıka basa dolu otobüsün arkasından bakmadığın, kök salıp kendini "bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin"i bir hareketli demir yığınına söylerken bulmadığın, son seferin saatinin tavuklara göre ayarlandığını öğrenmediğin zamanlarda sevebilirdin toplu taşımacılığı.
***

Dün tatilimi bitirip geldiğimde eski-yeni derslere girip, bizimkilerle 'ayrıyken neler yaptık'ı konuşurken; taşınmanın sıkıntısıyla 3 dönemlik evime ev arkadaşlarıma elveda derken; otobüslerini anlattığım bu şehre keşke sana alışabilseydim dedim, sevmem gerekmez.
Bu koşuşturmaca bana boş gelmezdi.
Sadece alışabilseydim daha kolaylaşırdı hey şey.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Helal Olsun!



Gördüğüm bu gazete haberine ne tepki vereceğimi bilemedim önce.

Algıda fazlasıyla seçicilik yaşadım sanırsam; 94, yüksek lisans, 94, yüksek lisans kelimeleri beynimde birer uydu gibi dönmeye başladı.
Beynimdeki aşırı yükleme sinyalleri kararsız kişiliğime "DUR!" der gibiydi.
Umudunu kaybetme'den sonra bir de bu haber çıktı sanırım kozmik güçlere çabalarımı beğendiremiyorum :)

Bir başka tesadüfse haberi gördüğüm sırada dinlediğim -There's a possibility- yi Alacakaranlık serisinin ikinci filminden dinlemişsinizdir.


There's a possibility dın dın dın dın 
All that I had was all I'm gon' yet ...

Evet tam üstüne bastınız, o aylar geçerken  Bella'mızın etrafında dönen dünyaya ilgisizliğini gördüğümüz, yüzündeki acıyla sanki biz terkedilmişiz kadar hissettiğimiz sahne.
Terkedildik tabi filmin ortalarında hep Edwardsız kaldık bizde.
Ayrıca kitapta boş bırakılan sayfaları böyle bir sinematografiye dönüştürmek ancak alkışlanır okuyucu.
(bu şarkıyla ilgili yazacak çok şey bulurum ama şuna bahsetmeden geçemeyeceğim "şarkı beni vurdu sözlerinde ne diyor" diyen bi arkadaşımıza bir diğerinin yaptığı çeviri "bir ihtimal daha var" olunca bizimde aklımıza bizdeki şarkı gelip en kargavari seslerimizle o eseri berbat edince "bir ihtiiiiiiimaaaal dahaaaaaaa vaaarr, o da ..." eşliğinde krize girdik artık sizinde aklınızda bu çevirisi bulunur)

Neyse işte bu şarkı bilirim biraz melankolidir, her ruh haline gitmez hatta kız yakarıyordur resmen terkedilmiş bir yanı vardır ama bana hep 'en çaresiz halimizde bile umut vardır'ı  hatırlatır.
 Algıda seçicilik demiştim, umudu seçiyorum bu aralar.
Aman ne büyük tesadüfmüş diyebilirsiniz, hatta filmi izlemeyen çıkarsa fransız kalabilir ama artık şarkıyı dinlerken umudu da düşüneceksiniz :)


Üşenmedim ani bir kararla şarkının linkini de vereyim dedim bu kadar yazınca.

Dönelim Phyllis Turner'a.
Ne diyordum? Evet hissettiklerim.

İlk yaşadığım duyguya güvensizlik diyebilirim.
Habere güvenemedim yani doğru mu diye önce gözlerimi açıp açıp kapadım, kapatıp kapatıp açtım.

Baktım değişen bir şey olmuyor, google'm benim şimdiye kadar sayısız sorumu görüntüledin arada acaip sitelere de yönlendirip,'bunu mu demek istediniz...' diyerek 'sen daha ne dediğini bilmiyorsun' anlamına getirdiysen de hakkını yemeyeyim söle şu işin aslını dedim
Doğruymuş.

Google'da yazın adını çıkıyor haberleri.

Sonra ki hissettiğim duygunun ismini çıkaramadım. Tek bildiğim şaşırmakla karışık bir şey olduğu. Ve tek aklımdan geçen "Vay be!" oldu.

Bir diğeri meraktı.
Nasıl yaptı, nasıl başardı? Yanlış anlaşılmasın 'akıl yaşta değil baştadır' favori lafımdır ama kendimden biliyorum bazı şeyleri. Tecrübelerle, başarısızlıklarla yorgun düştüğümüzü hissettiğimiz anlar olmuştur hepimizin toparlayınca da aynı kalmaz hiç bir şey ya kaçarsın artık, ya da dört elle sarılırsın. Cesareti bulduğu yeri merak ettim, yapabileceğini hissettiği anı.
(Ek bilgi: Bizim okulda yüksek yapabilmek için 4 üzerinden 2,5 ortalama ve ales'te de (ALES: Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı) iyi puan yapmak gerekiyor. Diğerlerinde de böyledir büyük ihtimalle ve her okul kendi yetiştirdiği öğrencisine öncelik veriyor.
Türkiye'de yüksek yapmanın yolunu da yazmak istedim ki fikrimiz olsun.)

Daha sonra umut. 
Yapabilirim umudu. 
Düşünsenize o yaşını hiç takmamış yoluna devam etmiş neden biz de yapamayalım? 
Mesela okul konusunu ele alalım. 
İstediğim üniversite olana kadar deneyebilirim. 
Bölümümü sevmediysem bırakıp tekrar deneyebilirim (Gerçi bu dönemde riske atacak kişi az bulunur, yani sen ter döküyorsun millet kopyasıyla giriyor kontenjanı da dolduruyor!). Ya da okul defterini yıllar önce kapatmış olsam da tekrar dönebilirim.
Yaşam devam ettiğince geç diye bir şey olmadığını göstermiyor mu bize?
Belki de yaşayacağımız son yıldan doğum yılımızı çıkarınca 94 sayısını bulamayacağız kim bilebilir ama şöyle de bir hikaye vardır belki bilirsiniz: Karıncaya sormuşlar nereye gidiyorsun, sevdiğime demiş. Ama yetişemezsin, başaramasam da yolunda ölürüm.(Tam orijinal versiyonu hatırlayamadım düzeltme kabul ederim. Zaten önemli olan fikir.)
Ve yine çok bilindik bir düşünce daha aklıma geldi: Biz ölünce yaptıklarımızdan bahsedecekler yapamadıklarımızdan değil.

Neyse kendimi iyice klişeleşmiş gördüm ,bu fedakarlıkta size tabi, umarım gaza gelirsiniz. Boşa gitmesin göreyim sizi :)

Ve tabi kıskançlık... Ah biliyorum ne diyeceğinizi ama o beni ben yapan bir şey inkara gerek yok.
İmrenme vardı bu kıskançlıkta çekememezlik değil.

Ben bu yaşımda hayallerimi erteleyebilecek ya da vazgeçecek, artık gerçek olamayacaklarını bilecek kadar büyümüş hissederken nasıl olurda bu kadar cesur olabilir diyordum.
Çevresindekileri de kıskandım. Söylediğimde bazıları için çok geç diğerleri içinde imkansız derlerken, bende bu insanları dinlerken onu teşvik edenleri yada yapamazsın diyenleri dinlemeyişini kıskandım.

Veee not ortalaması şeref listesi için tabi ki yetmeyecek olan ben yapınca tam yapmış, uğraşıp şeref listelerine girmiş, hayat enerjisini kaybetmemiş bu kadını tanıyınca derslerime 'not önemsiz geçsem yeter' ya da 'aman boşver' dediğim için utandım.

Benden de psikolog olurmuş yaw. 
Etkisi var mıdır bilmem ama pdr öğrencileriyle bir buçuk yıl aynı odayı paylaştım ben olsun o kadar da.
Aslında bu kadar ne hissettiğimi ayrıştıran, kendine dönük biri değilimdir. 
Bu gazetedeki yazıyı okuyunca paylaşmak istedim ve ne yazim diye taşındım düşündüm.
Sadece "Helal olsun" deyip geçmek de içimden gelmedi neler düşündüğümü paylaşabilirim en azından dedim.

Artık düşüncelerimi yazdığıma göre iç rahatlığıyla söyleyebilim:

HELAL OLSUN! KİM TUTABİLİR SENİ!

Böyle söylüyorum çünkü bu kadın durmaz gibime geliyor. Kariyer peşinde koşabilir veya yeni uğraşlara yelken açar, bizde yine anca haberlerini okuruz.

Ama ben kendime söz veriyorum şu yazıdan sonra popomu kaldırıyorum.
Son olarak yeni bulduğum felsefem de resimde. 

Ekleyip gidicem; zira "Yumurtaların soğur aman ha, kalkma sen bilgisayarının başından!" diye sitem eden annemin doğru söyleyip söylemediğini anlayıp bu büyük bilimsel keşfi size ilk aktaran ben olmalıyım :)))


BLOXORZ

Ladies and gentlmen tanıştırayım, karşınızda benim eğlence tarifim: 
bloxorz

Malzeme listemiz şöyle:

Facebook ve benzeri sitelere giremeyen, msn i ise yükleyemeyeceğiniz, sesini açıp bir şey izleyemeyeceğiniz, indirme yapamayacağınız, flash bellekle bari bi kaç oyun e-book atayım oyalanırım diyip usb için yönetici onayı penceresi açılınca da hayal kırıklığınızı klavyesinden kasasından çıkaramayacağınız bir adet bilgisayar.

Artık okunmadık kitap-film özeti, google haritadan bakılmadık eş-dost evi, gezilip yorum yapılmadık forum-konu kalmadıktan sonra üstüne görüp görebileceği tüm rüya tabirlerini okumuş, önümüzdeki en az on yıla yetecek kadar falı fallanmış, robert pattinson'ın neredeyse çocukluk resimlerine kadar bakmış, artık kredisiz olan kredi kartları yüzünden gitti gidiyor'la ilişkisini 'biraz ayrı kalalım bakalım özleyecek miyiz'e almış, şifalı bitkiler, özellikli taşlar, saç şekilleri, inanılmaz bilim deneyleri, bilinmeyen filozoflar, keşfedilmemiş yakışıklıların olduğu vs sitelerden de sıkılmış, bir adet Rukiyye.

Bunları alıp masa başında pişmeye bırakıyorsunuz.

Bloxorz bir oyun okuyucu.

Ama öyle oyun diyip geçmeyelim yukarıdaki sadece exceli ve outlooku düzgün çalışan 'bilgisayar mı, hıh o hiç bi şey sayamaz' diyebileceğiniz türden  makinenin açtığı nadir oyunlardandır.

Staj yaparken tanıştık kendisiyle.
Daha öncesinde bir çok oyunu açmayı denedim fakat site 'java programlarını yükle', makine de  'yönetici onayı' dedi. Yöneticiye de sormadım desem itiraf olmaz.

Facebook'tan bile daha çok mail atıyosun diye sitem eden arkadaşlarımı yine birşeyler gönderip stajımın bir an önce bitmesi için yapacakları toplu eyleme teşvik ederken kenardaki reklamda miniclip'i fark ettim. Normalde herkes dikkat etmez böyle şeylere, bende etmezdim ama artık her şeye tıklar durumdaydım ve belirtmek isterim gayet yararlı siteler de bulabiliyorsunuz.


Adresi veriyorum ki oyun belki sizi de sarar.
Ya da diğer oyunlarından bakabilirsiniz.
Hem şimdi olmaz ilerde lazım olur belli mi? Hemen bi dedikoduyu da paylaşayım iş hayatında bu tür makinelerden daha çok varmış diyorlar.




Bloxorz'un açılış ekranı.


Bu da ilk oyunun sahnesi.



Dikdörgen prizmayı yön tuşlarıyla boşluktan geçecek hale getiriyoruz, boşluktan da başka bir sahneye düşürüyoruz.

Tüm sahneyi arşınlayıp hala boşluktan geçirecek yolu bulamıyorsak veya sonra devam etmek istiyorsak sağ üstte yazan 'password'u kaydedip kapatıyoruz. Sonra girdiğimizde 'load stage'e yazıp kaldığımız yerden devam ediyoruz.

O zamanlar çok oynardım.
Bir kaç gece rüyama bile girmedi değil. Büyük ihtimal arkadaşımı arşive (asansörde o kata basmak şifre gerektirirdi; merak ettiyseniz söliyim dosyalardan başka bir şey yoktur ,olsa ben bilmezdim şifreyi zaten, ama dosyaları o kadar kıymetlidir ki kim napsın onları demezler) çıkardığım günün gecesiydi. Göze batmayalım onu orda ağırlayayım demiştim çünkü sadece stajerler dosya bulmak için gelirdi yukarı. Ama tahmin ettiğiniz gibi bizim operasyon yetkilisi arşive çıkmak için o günü buldu, sonucu da tahmin edersiniz. 
İşte rüyamda o prizmanın içindeydi bende tuşlara basıp tepetaklak ediyordum adamı. 
Rüya işte yoksa gerçekten iyi niyetliyimdir ben.

Diğer bloxorzlu rüyalarımı anlatmıyım da inanmanız kolay olsun.

Dün de arkadaşım çiftliğinden bir süre uzaklaşmak istemiş, oyun sordu bana. Bir kaç isim verdim, öyle strateji oyunlarından veya vurdulu kırdılı olmasın dedi. Başka söledim, 'Beğenmedim yaa' dedi. 'Nasıl bir şey olsun?'. Söylediği cevaplara göre isim verdim böyle 8-9 oyun denedi. E arkadaş bu benden bu kadar senle mi uğraşcam demedim tabi.
"Yaaa bunu da mı beğenmedin? Neyse başka bakalım vardır sana uygun, baksana nette daha büssürü oyun var, bulucaz seveceğini " dedim. "Yok ya çiftliğe döneyim ben, bir şeyler ekerim" dedi pek bir hevessiz. 

Bende inatçılık vardır okuyucu. 
Her şeye değil. Tamam bir şey olmuyorsa olmuyordur da diğer seçeneklere de kapanamazsınız.

Ama size de değişik gelmedi mi, resmen sevgilisinden ayrılmış birini teselli eder gibiydim "Bu da mı olmadı? Boşver daha niceleri var piyasada, hem de sana uygun birisi de vardır elbet bi gün onu bulacaksın kendi 'happily ever after'ını yazacaksın" dersin o da "Yok ben yalnızlığımla daha iyiyim, hepsi aynı" der. Sonra da biraz karşı taraf çekiştirilir; şöyle olsalar, böyle olsunlar söylenir ama teselli ve ikna edersin, edilirsin. 

Çözümler, seçenekler hep vardır; her durumda.

Biz de böyle yaptık, tek fark çekiştirdiğimiz kişiler değil oyunlardı. Başka seçeneklere baktık. Konuşmamızın şöyle olsunlu kısmında aklımın köşesinden bir yerden bloxorz göz kırptı. "Ben aslında beyni çalıştıran, bana şu saatte gir demeyecek, arayıp sormasam küsmeyecek, komşulara 'yardım et' diyip esasında 'bak bu eleman bu oyunu böyle oynuyor'u göstermeyecek, ..." bir şeyler istiyorum diyordu ki bloxorz dedim hemen (itiraz gelebilir diye yazıyorum tamam kabul çoğu benim cümlelerim oldu).
 Bayılmış. 
Bana da yazacak konu çıkmış oldu dedim kendime :)

23 Eylül 2010 Perşembe

Umudunu Kaybetme




Ben film izlerken ağlayanlardan değilimdir. 
Bir kaç film olmadı değil gözlerimi dolduran ama öyle hüngür hüngür izlemedim hiç birini de. 
Önceleri "sanırım ben duygusal bi insan değilim" derken gelen tepkilerden olsa gerek düşünüp taşınıp "filme ne kadar kendimi kaptırırsam kaptırayım gerçek olmadığını bildiğimdendir" gibisinden bir açıklama bulmuştum kendimce. 
Neyse gelgelelim şu an elimde mendil ağlayışımın sonuçlarıyla uğraşıyorum üstelik
beni bu hale getiren de bir film!


Yaşlanıyor muyum ne?
Yok, canım olur mu film çok iyiydi.


The Pursuit of Happyness benim duygusuz ünvanımı elimden alan, karizmamı mendillere gömen, insan hissettiği yaştadır cümleleri kurduran filmin orijinal adı oluyor.


2006, ABD yapımı.
Umudunu Kaybetme. (Hemen belirtmekte isterim ki filmin adını gerçekten güzel seçmişler şaşırmadım diyemiycem zira öyle film, kitap isimleri buluyorlar ki "ay nekrem mana mişeyler noluyor" diyerek pat diye çevirmenin üstüne atmak istiyorsunuz kendinizi artık kafasına hangi saksı düşmüşse etkisini ben geçireyim diyerekten)
(Bir parantez daha açıyorum ki yanlış anlaşılmayayım her çevirmen aynı olmaz mesela bu filmin adı tam 12'den)


Filmimiz gerçek bir hikayeden uyarlanmış. 

Bize bir babanın hikayesini anlatıyor. 
Oğlu için her şeyden vazgeçmeye hazır ama oğlundan vazgeçmeyen, başına gelen olaylarla yıkılıp kaçmayan, savaşan, umudunu hiç kaybetmeyen bir adam olan Chris'i Will Smith canlandırmış.

Bir kez daha hayran kaldım kaldı ki kendisine zaten hayranımdır;
(Bakınız ben efsaneyim i izledikten 3 ay sonra bile rüyalarımda o ıssız şehirde bir ben bir will bir de canavarlardı ama canavar dediğime bakmayın şimdi will bunların ilacını bulmuştu kuzuydu bunlar kuzu bize hizmet ediyorlardı yaaa.
Diyorduk Piramitleri hazırlayın bu gece ordayız, sabah Tac Mahal'de kahvaltı, akşam yemeğini de hayal gücünüze bırakıyorum sonrası gece malum zaten :P
Dünya bizimdi be :D


Uçmuşsun dediğinizi duyar gibiyim ama hemen belirteyim üstümü iyice örterim ben yine de rüyalarımın tadına doyum olmaz :)
Arkadaşlara anlatmıştım da kopmuşlardı sonra Jumper filmi çıkınca nabeeer diyen ben oldum tabi. Görüyorsunuz ya çok satan fikirler bende de keşfedenim yok )


Şimdi Gardner ailesi  fakir, para sıkıntısında olan ama toparlanmaya çalışan 3 kişiden oluşuyor. Küçüğümüz Christopher' a resmen bittim filmin çoğu yerinde somurtuk gezecek ama siz onun o yanaklarını ısırmak isteyeceksiniz sonra sölemiştin dersiniz.
Üstelik o yaşta bu kabiliyet!


Babamız Chris röntgen makineleri satmaya uğraşıyor ve sürekli koşuyor
(atletik insan işte ah ah :) ama söliyim role tam girmişti filmde yani göze hitap etmesinden çok oyunculuk yeteneğiyle dikkatlerde)


Annemiz hatırladığım kadarıyla fabrika gibi bir yerde çalışıyordu. O kadar sinir oldum ki ona sürekli dır dır, negatifti ve çocuğunu, kocasını bıraktı gitti.
Hak verilebilecek tarafları sürekli evin geçiminin ona bakması vardiyalara kalsa da para yetiştirememesi ve başka stresler vardı üzerinde ama bazı arkadaşlarım hayatın gerçeklerini göremiyosun dese de bence gitmemeliydi ne olursa olsun aile bu.


Helal olsun adama çocuğum benimle kalcak onu benden alamazsın dedi.
Asıl hikaye burada başlıyordu aslında Chris makineleri satmaya uğraşırken çok kazanabileceği bir iş fırsatı buluyor ama riski çok adam resmen hayatına oynuyordu. Mülakatı geçebilen 20 kişi 6 ay maaşsız çalışacak sonunda sadece biri işi kapacaktı ve bizimki beş parasızdı.


Sonrası zaten anlatılmaz izlenir diyorum.


Chris'in seçimlerini, yapabileceklerini merakla izleyeceksiniz.


Ben filmde 'Hayat Güzeldir' tadı aldım. Bazen göz yaşlarını tutamayacaksınız, bazen de tebessümünüz yüzünüze yayılacak ama tüm gülümsemeleriniz buruk olacak.

Yani sevinçten de ağlatacak bu film okuyucu. 
Mendilleri hazırlayın ben gerek yok dedim,
t-shirt'ün de kolu yok malum çeke çeke burnumu ağlamıyorum ya yok ağlamadım ki oldum.


Christopher'ın yola düşen oyuncağı, babasıyla oynadıkları zaman makinesi-mağara oyunu
ve Chris'in en sondaki şirketten çıkışı başlıca mendil canavarlarıdır.

Son olarak da filmden benim en sevdiğim alıntıları verim de siz filme, ben de yeni yaşlı gözlerime alışmaya...



"-Chris eğer bir adam görüşmeye gömleksiz gelseydi ve onu işe alsaydım sen ne derdin?
-Herhalde pantolonu çok iyiydi derdim."


"Mutluluk belki de sadece kovaladığımız bir şeydir."


"Kimsenin sana neyi yapamayacağını söylemesine izin verme.
Git ve al."


Neden İletişimde

Yakın bir zamanda beden dili (sözsüz iletişim) seminerine gitmiştim.
Eğitmenimiz (Canten Kaya'ydı ki kendisinin harika bi enerjisi var, bilgileri verimliydi 
ve gittiğim en eğlenceli seminerdi)
birisiyle konustuğumuz zaman değil onu fark ettiğimiz anda iletişime geçiyoruz demişti.
Hatta sadece birisi değil bir şeyle de onu fark ettiğimiz anda iletişimdeyiz.
Herkes bizim için fark ettiğimiz kadar var.
Ve fark edildiğimiz kadarız.
Adını düşünürken bunlar aklıma geldi ve neden olmasın dedim.
Fark ettiklerimi yazayım, yazılarım fark edilsin, e maksat iletişim olsun :)