Hayatla iletisimde: Kasım 2010

27 Kasım 2010 Cumartesi

Tatil Bulmuş drukiyyes, Vol 1


Tatillendim de geldim okuyucu
Netim yoktu oralarda,  bilgisayarı da elime almadım zaten pek.
Ama buncadır yokluğumu unutturacak bi postla geldim sana.
Hani yazıyor ya blogger profilimde "...geziyor, görüyor sonra da gelip burda yazıyor..." baktım diğer yazılanlar tamam gibi bir o eksik, işte onu yazısı olacak bu sefer ki de; hadi bakalım.

Annemlere kızgındım ben; anlatsam rahat 3 yazı çıkar o durumdan.
Bende gelmiyorum eve dedim, ananemlerdeyim bu bayram.
Zaman zaman (senede bir falan anca oluyor ya) ananemlere kaçmayı severim ben.
Havası suyu temiz, bir dediğimi iki etmeyen iki süpper insan (ananem ve dedem), bir ucundan diğerine yaptığım bisiklet turlarıyla karış karış bildiğim sokakları, oraya has konuşma tarzları ve sıcaklığıyla insanları, canım sıkıldıkça (ki sıkılır hep yine de severim orayı) tavlayıp takıldığım gençleri ve daha neleriyle..
Isparta, Antalya, Konya, Akşehir, Burdur'a geçerim ordan fırsattan istifade gidiş gelişlerde.

Meğer annem de bilet almış ben söyleyince, bende geleyim demesiyle hevesim bırakın kursağı daha yutamadan ağzımda kalıverdi.


İlk uğrağım Akşehir tabiki.
Daha önceki gidişlerimde Hıdırlığı, Şehitliğini, Nasrettin Hoca Türbesini, Gülmece Parkını (Nasrettin Hoca'nın heykelleri ve Guinnes Rekorler Kitabı'na girmiş olan, o hepimizin bildiği hikayelerin kazanı da burda bulunuyor), müzelerini görmüştüm.
Akşehir'i beğenirim ben.
Gerçekten de dünyanın ortasıdır orası.
İnsanlarını da severim, çok sıcak kanlılardır, sen yabancısın demezler hiç.
Gidegele büssürü arkadaş yaptım ayrıca geçen yılki ev arkadaşımın da memleketidir.
Ama Akşehir anlatmıcam bu yazıda, onu yazın Nasrettin Hoca Şenlikleri'ne gittiğimde yazmayı düşünüyorum.
Yine de şimdiden bu sene çektiğim bir kaç resmini koymadan geçersem içim el vermez

(klişe 1)
Akşehir denilince zaten ilk resim bu olmalı


Burada -Kirazlı Bahçe- arkadaşlarınla veya ailenle oturmayı seveceğin, hediyelik eşya dükkanlarından hatıra alabileceğin, bazı otobüslerin uğrama noktası olduğundan da yerli-yabancı turistlerle kaynaşabileceğin bir ortam seni bekler okuyucu.

Sonraki durağım ananemler, bayramın da gelişiyle.
İşte anlatacağım yer de orası okuyucu.
Orda doğup büyümedim ama bir şekilde bağım var işte.


(klişe 2)


Güllerin diyarından bir yer
-YALVAÇ-
Belki duydun belki de hiç bilmiyorsun
Muhtemelen ikincisi


Hemen bir bilgiyle girelim.
Yalvaç kelimesi sözlükte yol gösterici anlamına geliyormuş.
Selçuklular döneminde buraya yerleşen Oğuz Türk Oymağı'nın adı olduğundan ilçeye bu isim verilmiş.

Bu arada Akşehir'den Yalvaç'a geçerken aradaki Sultan Dağları ve Akşehir Gölü de görülmeliktir.
Nasrettin Hoca'nın maya çaldığı göl olur kendisi.
Türkiye'nin beşinci büyük gölü.


Bu da Yalvaç'a yaklaşırken karşılaşacağın bir göl.
Etrafta kimseler yoktu ne ismini sorabildim ne de hikayesini dinleyebildim ama tarafımızdan kendisinin Dedeçam Göleti olduğu sanılmakta.



Bizim ailenin bayramları gelenekseldir hep.
Öyle tatili değerlendirelim, bir yerlere gidelim olmaz.
Mümkünse her biri ayrı illerde olan aile bireyleri bir araya gelinir.
Büyüklere gidilir, el öpülür; sonra da evde hazır ve nazır beklenir, el öptürülür.
Bu hal her bayram böyledir.
Ve yine her bayram olduğu gibi daha arefe gününden baklava tepsisini yarıya getirmek, bizim danayı pek bi sevipte kaçsın kurtulsun planları peşinde koşmak ve bayram seyran dinlemeyip her zamanki gibi geç kalkmak suçlarından yargılanıp; ne zaman büyücek bu söylenmelerine maruz kaldım.
Hemen belirtmek de isterim ki aile kızı değilimdir olur da anlattıklarımdan çıkarırsan diye diyorum, alakam yoktur okuyucu.


Gelgelelim zar zor iknayı etmiştim ki Antalya'ya geçcem ben bayramın son günü, ordan dönerim okula diye; İstanbul'dan misafirlerimiz gelcekmiş haber verdiler, kaynadı benim durum tabi.
Gelenler de uzuncadır görmediğim (hatta hatırlayamadım pek ben ama küçükken oynarmışız beraber; hatta kafama elma atarmış bunu da ben çıkaramadım deyince nasıl hatırlamazsın kafana elma atardım diyerek itiraf etti!) ananemin kardeşiyle torunları vs
Aslında zaman zaman daha fazla akrabam olsun istediğim olmuştur (toplasan 3 kuzenim var çünkü) ama tatilime limon suyu sıkılmasına da katlanamazdım.
İsyanlardaydım: tamam işte erkenden geçeyim Antalya'ya ben, bırakın o zaman dayımda kalcam ben, Akşehir'den gelmezdim bilseydim ben, banane öğrenci evimde bayram kutlayaydım iyiydi ben...


Neyse ki çok da kötü olmadı gelmeleri, kafa dengi çıktılar, beraber gezdik hatta (hani bunlar memleketini tanıyacak ya); eski günleri andık, nostalji yaptık.
Bu vesileylen bizim baya bi uğraştığımız program olur kendisi sana da tavsiye ederim -myheritage family tree-
Myheritage'in sitesinde başka programlarda var; yüz tanıma, yüzünün benzerini bulma vs ilgilenirsen bir bak okuyucu.


Dedim ya eskileri andık; bana az görünen ailemizin geçmiş üyelerini keşfettik.
Mesela Kurtuluş Savaşı'nda, Çanakkale'de şehit olan atalarımızı aradık Şehitlik Meydanı'nda.
Yazılı olan ismi Anlatan Meydanı ama Şehitlik Meydanı olarak da biliniyormuş.
Yalvaç'ın tarihi yerlerini, tarihteki kişileri vs koymuşlar panolara gezip bakıyorsun.




Programla da soy ağacı çıkarttık.
Dayım bu işin erbabı, uğraşıyordu uzun zamandır araştırıp, biz de ondan aldıklarımıza katkıda bulunduk.


Dönelim gezi mevzusuna.
İşte o gelen akrabalarla Yalvaç ve Eğirdir'i gezdik.
Yalvaç'ı anlatırken gittiğimiz yerlerden de bahsedicem.




'Yapma be, kartpostalla başlatım klasik olmadı mı' demeden önce bir daha düşün derim çünkü daha da klasik bir şey koymak üzereyim


(klişelerin alası)


Önce tarihi Yalvaç Evleri'nden başlayayım.
Ordaki çoğu eski evi bakım yapıp müzeleştirmişler.
Yüz yaşını aşkın evler var.
Gezerken o yaşamdan izler görebiliyorsun.
Resimlerin hepsini ekleyemeyeceğimden bir kaçını birleştirip koymakla uğraştım, hepsi senin için okuyucu.
Elini korkak alıştırma, tıkla tıkla, büyüt de bak.








Bu bayramda çekebildiğimiz resimlerden şu üstteki.
Büyük resim bayram tatili dolayısıyla kapalı olup içini gezemeyip anca dışından bakabildiğimiz müze-ev.
Yandaki küçük resimlerse yeni restore edilen evlerden biri.
Kapısında zincir vardı ama baktık aralıktan geçebiliyoruz gezmeden gitmeyelim dedik.
Soran olursa görmedik, duymadık, bilmiyoruz.


Dedik dağ, taş görelim; az da tarihsel gezelim.
Şahin Tepesi denilen yerde bir antik kentin kazı çalışmaları yapılıyor.
Adı Psidia Antiocheia.



Yalvaç antik çağlarda da önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş.
Roma ve Bizans döneminde de kullanılan antik kentin 3000 metreyi bulan surları da yine bu dönemde onarılıp genişletilmiş.
Kentte bulunan Augustus Tapınağı da mimarisi ve süslemeleriyle ilk ve tektir.


Bahsetmeden geçmeyeyim dünyadaki ilk işçi grevi MS 16 yy'da Tiberius Meydanı'nda yapılmıştır.








Neredeyse bütün dağlara taşlara yazmışımdır.
(sanki bir şeyler iyi gidecek de, bir de mms attım bunu)
Haberlerde falan görürseniz tarihi eserler tahrip edilmiş diye ispiyonlamıyorsunuz, kim bu hain, aaa yapılmaz ki deyip geçiyorsunuz; aynı görenlere benim dediğim gibi


Uzun uzun anlatmak isterdim daha ama gerçekten çok uzun olunca link vereyim birazda resimlerden koyayım dedim.
Sitede sadece Pisidia Antiocheia'yı değil Yalvaç'ı da güzel anlatmış, merak edersen göz atarsın.
Burası da iyi anlatmış.


Olurda gidersen bu antik kentin gör diyeceğim kısımları:
Augustus Tapınağı
Batı Kapısı
Antik Tiyatro
Merkezi Kilise
Tiberius Meydanı

Anıtsal Çeşme
Propylon
Nympheum ve Su Kemerleri

Sütunlu Cadde
Roma Hamamı
Büyük Bazilika





Şimdi antik kent deyince tarihi eser, tarihi eser deyince de müze tabiki.




Müzede Psidia Antiocheia, Limenia ve bir kaç tarihsel bölgeden daha çıkarılan eserler görmek mümkündür.
Limenia Yalvaç'ın dışında Hoyran Gölü içindeki adanın adıdır.
Etrafı surlarla çevrilidir.
İçinde Tanrıça Artemis'e adanmış bir tapınak ve karşısında kaya mezarları (alttaki resimde görebilirsin) bulunmaktadır.




Çınaraltı Kahvesi'nin içinde iki metre doksan santimlik yaklaşık sekiz yüz yıl önce dikildiği tahmin edilen tarihi bir çınar ağacı bulunmakta.




Çarşıda anıtsal çınarın yakınında bulunan Devlethan Camii, medrese ve hamam da Selçuklular dönemindeki yerleşimi anlatıyor bize.






Üstteki resimde sokaklarından birini, saat kulesini, sağ altta da yöresel ekmeğini görüyorsun.
Evde hamurunu hazırlayıp büyük mahalle fırınlarında pişiren hanımlar eve kendi deyişleriyle pazar ekmeğini (bizim yediklerimizden, bakkalda fırında satılan) sokmuyorlar :)




Bu resimlerde Yalvaç'ın Hisarardı köyünden.
Bayram sonu bir düğün yemeğine davetliydik orda.
Yalvaç'da düğün yemeği verilir.
Düğün evinin önünde mahalleye büyük sofralar kurulur.
Menüyse düğün çorbası, et kavurma, pilav, helva, hoşaftır.




Hisarardı'na giderken çayın öteki tarafında eski deri fabrikasını görüyoruz.
Orda çalışmışların söleyişiyle 'şirket'
Şimdi ana yapıyı koruyup içine otel yapıyorlar, onun inşaatıyla karşılaştık.
Önündeki parka eski makinaları çıkarmışlar.


Eskiden Yalvaç mesleklerine bakılırsa zaten dericilik, keçecilik, halıcılık, tarım ve hayvancılık görülüyor.
Deri tabakhanelerinde bugün bile eski yöntemler kullanılarak imalat yapılıyor.
Eğer koku problemine aldırmazsan oralarda gezilmeliktir.






Yine Hisarardı'ndan dönüşte uğradığımız Masır Piknik Alanı.

Eğirdir'i bir sonraki posta bıraktım.
Zaten yazmadığım günlerin acısını çıkarırcasına bir uzun tutmuşum ki.
Sıkılmadan, usanmadan buraya kadar okuyan vefakar okuyucu.
Bu da sana gelsin tıkla.
Sana ve tatilde tanıştığım dinlemeyi seven Bora'ya.
Ya çok güzel bir gün geçirdim, teşekkürler burdan da.
Bursa'ya da beklerim benim nacizane öğrenci evime.
(bir ara bu nacizanenin açılımını yapmalıyım :) )



Neden 301. Spartan'ım görüyorsun şimdi.
Anne tarafından Ispartalı olunca.


Veda ederken de çocukluğumda peşine düştüğüm hazinelerden resim bırakıyorum.
Baya haberleri gelirdi kazı yerinde eski para bulup müzeye satanların.
Define avcılığı en sevdiğim işti nedense; her gün antik kente ve diğer yerlere gider, oyuncak küreklerle kazmaya çalışır, hazine arardık bizde.
Bir gün mağaralardan birinde bir yüzük bulduk.
Muhtemelen gelen turistlerden birinin düşürdüğü üzerinde nike armalı bir yüzük.
Bize göre Bizans Kralı'nın kayıp yüzüğüydü o.
Resmen paylaşamadık kuzenlerle okuyucu.
Benim de benim.
Müzelere satıp büyük paralar kazanıp cipsler alacaktık.


Ne yamandır çocukluk hayalleri..





11 Kasım 2010 Perşembe

Benim de Bir Mim Yazım Oldu



Blog alemindeki ilk mimim hayırlı uğurlu olsun.

Sevgili DOZ BÜYÜCÜSÜ beni mimlemiş, sağolsun.
Her zamanki o blog senin, bu blog benim geziyordum ki, yazısını okurken birde baktım ben!
Birgün bir mim alacağımı biliyordum da, hatta diyordum ki ben başlatsam bi tane de ama şu anki bu anlamsız otuz iki diş halim neden bende çözemedim okuyucu.

Mim konusu garip alışkanlıklarınız ve yapamadıklarınız.
Bir düşüneyim.

Her yere her zaman geç kalma gibi bir alışkanlığım var, ben erken çıksam da mutlaka bir şey olur yine geç kalırım.

Sadece siyah renk oje kullanırım.

Etrafımdaki kızların aşık olunca yaptıklarını duyduğumda eleştirrim, yeri gelir alay ederim ama nedense aynı hataları bende yapıyorum.

Bana sınavın nasıl geçti sorusu sorulmaz.

Okuduğum kitapta, izlediğim filmde, en çok da otobüste aşık oluncak birini bulurum.
Kitap veya filmse senaryoyu bize uyarlarım, otobüsse bir hikaye yazarım; otobüsten inince her şey biter.

Mesaj yazarken l harfini büyük yazarım.
Eski sevgilimle mesajlaşırken küçük l'yi ı zannetmişti, ve bu kücücük şeyden büyük kavga çıkarmıştık. Barıştığımızda ona yazdığım tüm mesajlarda l'yi büyük yapardım. Sonra alıştım öyle kaldı, küçültemiyorum.

Eve bırakılmaktan hoşlanmam, hatta ben bırakırım.
Bunun hikayesi çok uzun hiç girmiyorum.

Bir de elimin altında kitap, aklımda ilk fırsatta bunu izleyeceğim dediğim bir film, mesajlaştığım birisi, bulunduğum yerde müzik, önümde o an yiyebileceğim bir tatlı ve bir hedefim  olmadan asla yapamam.
Şimdilik bunlar aklımdakiler.
Zaten zamanla ben yazdıkça daha neleri anlatacağım okuyucu :)

Veee önüm, arkam, sağım, solum sobe; saklanmayanı mimle:

Big Dreams
livean
ZEYNO
alali
Kolay gelsin, klavyenize kuvvet diyorum.

Mim denilince aklıma geldiğinden bu yazının dinlemeliği

10 Kasım 2010 Çarşamba

Hayırlı bi iş mi, domatesini al da gel

Okurken dinlemelik

Para ile bir ev alabilirsiniz ama yuva alamazsınız
Bir saat alabilirsiniz ama zamanı alamazsınız
Bir kitap alabilirsiniz ama bilgiyi alamazsınız
Bir ilaç alabilirsiniz ama sağlık alamazsınız
Bir gazete alabilirsiniz ama haber alamazsınız
...

İşte görüyorsun okuyucu
Para değersizdir
Aslında tüm sıkıntılarımızın kaynağıdır
Seni tüm acı ve sıkıntılardan uzak tutmak isterim
Tüm paranı bana yolla bu dertlerle uğraşma
Ben senin yerine sıkıntı çekerim
Nakit olursa sevinirim

Daha önce uyanık, pardon sadık, arkadaşlarınız tarafından telefonunuz böle bi mesajla titreşmediyse de artık biliyorsun :)

Bu giriş az bile okuyucu.
'O kadar çalışıyorum, ailem yolluyor, e bunlar nereye gidiyor'un hesapları arasından çıkamıyorum.
Zaten zengini de, fakiri de ben parası olan öğrenci görmedim, nereye gidiyor sorusuna cevap verebilenin izine ise rastlanamadı bile.
' E evde para kalmamış!!!!! 'la açılan konudan sonra başladı her şey.
Kimseden de destek çıkmadı, çıkamadı tabi ki.
Özetle evcenek battık da diyebiliriz.
Ben demiştim zaten market alışverişini abarttık diye..
Bi marketle de bitmiyor bu iş ya neyse.
Kirayı bayram dönüşü versek yea diye ev sahibini iknayı veya en olmadı valizi göstermeden kapıdan çıkabilme planları üzerinde yoğunlaşıyoruz; nasılsa bayram dönüşü Hanya (öle bi yer varsa) ve Konya yollarından geçmiş olacağız.
Bir diğer gündem maddemizse faturalar.


Şimdilerde doğal gaz ve suyla ev sakinlerini vuran kasırganın ardından elektrikten gelecek güneş, değilse bile hafif yağmur haberlerini bekliyoruz.
7-24 açık laptoplarımıza, çalıştırdığımız onca makineye rağmen iyimseriz.
Kara haber tez duyulur çünkü, bak hala gelmedi.
Biliyorum ben saçma ama lütfen tesellime laf etme okuyucu.

Hatırlarım da annemlerin muhabbetiydi bunlar.
'Şu markette un ucuz diğerinde de yağ kampanyadaymış' derlerdi konuşurlarken, bizimse 'bi ceket gördüm kampanyadaymış, bi pantolon aldım ki fiyatına inanmazsın'la sınırlıydı alışımız verişimiz.
Birde baktım ki dün yaa bu bizim pazarda ne kadar pahalı, marketten alsak daha iyi sankilerle uğraşıyoruz.
Ah annem yaa dedim.
Sorumsuz kızın şimdi sorumluluğun alasıyla meşgul.
Ama gerçekten pazar mı, ya paranı ya canını mı belli değil.
Sorarım bi domatesin kilosu 5tl olabilir mi yaa?!


Tek taş hayallerim değişiyor, e yaşam şartları naparsın :)


Yok maalesef yok; şöyle zengingillerden, ailesi beni sevmeyipte verelim parasını toz olsun diye çekimi hazırlayan, bi sevgilim de yok.

Bu markanın Türkiye temsilcisi de diyebilirsin artık bana.
Sanırım para durumu düşünce espri seviyesi de ona eşlik edebiliyor işte.


Aslında bana hep 'minyon tiplisin', 'aaa ünivesiteye mi gidiyosun, sölemesen anlamazdım'
gibisinden aşağılamalar yapıldıysa da 
(Hatta ben tatile eve gittiğimde bir gün karşı komşu teyze balkondan seslenir:
-Kızım ne vardı liseyi dışarda okuyacak ananın dizinin dibinde olaydın ya?
-??!!!?
-Şimdiki gençlerin de gözü dışarda.
-Ben üniversite okuyorum (rezil ettin mahalleye be, olmayasıca) teyze!
-Erken mi başlattılardı okula seni?)
işte bu bayram bunu avantaja dönüştürmeyi düşünmüyor değilim.
Şööle saçlarımı iki örsem de uygun bişeyler giysem harçlık kapar mıyım ki?
Denemek gerek..

Bu yazının kitap tavsiyesi de George Orwell'in Paris ve Londra'da Beş Parasız adlı eseri olacak.
Aklıma o geldi işte nedense :)
Yazarın en sevdiğim eseri Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'tür onu da anmadan geçmeyeyim nası okunası bir yapıttır kendisi anlatılmaz, okunup görülür.



Bir postun daha sonuna gelmişken günün anlam ve önemi üzerine;



6 Kasım 2010 Cumartesi

Ne Olursan Ol Nutellasız Gelme



Okulum;
Sen olmasaydın ben napardım?
Her gün gezer, hiç durmazdım.
Ama büyüyünce iş sahibi olamaz;
Anca işçi ayakkabısı boyardım.
:):):)


İşte ne hallerdeyim gör okuyucu.

Sen gülen yüz koyduğuma bakma ağıt şeklinde söylüyorum ben o dizeleri
Ders ders diye artık sıkılmışsam geceleri
Son parmaklamamla bitmişse nutella keyfi
Girer internete kullanırım klavyemi
Şair oldum bildiğin döktürüyorum kelimeleri
Kim koymuş bayram öncesi sonrası bu öldüren vizeleri
Bulursam çok pis dalarım kendisini
Hadi ben gider artık verince de linki
Dinlerken bir dize de sen yaz emi

3 Kasım 2010 Çarşamba

Günlük Tutasım Geldi



Önceliklen bi arkadaşlara sesleniş hakkımı kullanıcam, sonra nerden çıktı bu günlük sevdası anlatıcam.

Pazartesi arkadaşlar toplancakmış, kurstan önce bende bi uğrim dedim.
Bende de bir şey vardır, nasıl oluyorsa her yere hep geç kalırım.
Arada zamanında da gitmişimdir de erken mi, asla okuyucu.
Gittiğimde her zamanki gibi herkes ordaydı, konuşuyorlardı.
Beni görünce millet sus pus.
Şööle gözlerimi kısa kısa üzerlerinde bir dolaştırışım var, 'ne döndürüyosunuz bakim siz'le desteklediğim bittiniz olm siz etkisi bırakacak türden.
Hepsinde bi yağmurda dışarda bırakılmış köpek yavrusu ifadesi, çok üzüldük diyorlar.
Meğer arkadaşın biri o sabah bloğu bulmuş bi yerden, okumuş bi önceki yazımı.
Yayılmış kara haber(!)
Öyle haldeler ki yani düşün ben o kadar üzülmemişimdir!
Yazıdan çok etkilenmişler?!
Yok o kadar abartılcak bir şey, öylesine içimden gelmişti o an yazdım dedim; oturdum.
Yani sevgilimle ne yaşadığımın reklamını yapanlardan olmadığımdan olsa gerek, kavgalıyız işte yerine biraz ayrıntı bulunca oldu bu halleri diye düşündüm.
Bir tanesi yüzüme baktı ve artık sana nasıl davranayım bilmiyorum dediii!
-Anlayamadım?
-Biz seni bizden bilirdik yani yoktu öyle kızsal durumların, ağlamaların meğer seninde varmış içinde duyguların...
-?!!?

Ama sevmiyorum ki duygularımı herkesin önünde yaşamayı, özelim benimdir diyorum,
Olaylara da mantıkla yaklaşmak lazımdır, soğukkanlılık diyorum,
Sonra da duygusuz oluveriyorum.
O yazıyı okuyan arkadaşım yorumlamakla ilgili yazdığımı da okusaydın ya boş yere yorulmazdın.

Günlük olayı ise uzun hikaye.
Şu an vize haftasındayız okuyucu.
İşten izinliyim.
Bugün de sınavım var diye dün bi plan yapmadım bütün gün evdeydim.
Ders çalıştım tabi desem külliyen yalan.
Şöyle açıklayayım:


Şimdi bu benim olmam gereken haldi.


Bu da olduğum haldi demeyi çok isteyeceğim hal :)

Ama kim bulabilmiş huzuru sevgilisinde ha.
(Oraya aslında yatı kim bulabilmiş desem olurdu ama sevgiliyle happily ever after bulma eylemi daha imkansız geldi bende onu yazdım, sonuçta lotoyu tutturma ihtimalimiz var )


İşte buna benim halim diyebiliriz, laptopun arkasında ders notları eksik bi tek.
Netten sonra sıra gelirse diye yani.


Aslında bakim sanki bu daha da anlatır gibi beni yaaa.

Neyse zaten anladın sen onu.

Çalışamıyorum.
İstemediğimden değil, istediğimden hiç değil.
Öncesinde dönem başından beri zamanım yoktu, eve zor yolum düşüyordu.
Vee o talihsiz cümleyi kuruyorum şimdi:
Derslere girseydim keşke yaa, aklımda kalırdı hiç olmazsa.
Sınav zamanları ne kadar çalışcam diye şartlansam gereksiz işlerle de o kadar uğraşıyorum.

İşte bende film izledim, kitap okudum, azcık kendime çeki düzen verdim, evcilik oynadım biraz  yemek temizlik falan sonra da demir attım bilgisayarımın limanına.

Nette gezerken bloglara baktım, ordan oraya girerken günlük yazanlarını gördüm ve nası özendim.
Mesela dün.
Boşuna geçirdim onu ben.
Ama günlük gibi bir şeye anlatınca anlam kazanıyor sanki.
Yazacak kadar bir şeyler yapmışım diyorsun en azından.
Sınav psikolojisindeyim, kararlarımın sorgulanmaması; he deyip geçilmesi makbuldür.
Her zaman yazsam naptığımı sıkılırım, bugünlük yapim dedim bende.
Zaten yazdım az-çok günümü ama bide günlükten dinle hak vereceksin farka.

Sevgili Günlük;
Aslında her sınav haftasında olduğu gibi sabahtan kalkıp çalışma planları yapsam da vize haftası geliyoooor diyerekten dağıttığımız için biraz akşamdan kalma olunca geç uyandım tabi.
Zaten o uzman kimse erken saatlerde beyin aktivitesi yüksek olur diyen ve o televizyon programında bunu anneme duyuranı bulmak istiyorum.
Bütün çocukluğum boyunca erken kalkıp çalışılır diye yetiştirilip, e tabi hiç bi zaman da erken kalkamayıp çalışamıcam ben yea, ühüüüü hallerinde dolanmamın sorumlusudur onlar.
İşte yine böyle haldeydim ama kahvaltı önemli dedim, evdeyim de zaten biraz abarttım sanırım.
Herkesleri çağırıp her bişeyleri hazırladım.
Kahvaltı olayı bitip yollayınca milleti baktım ki saat beş.
Mutfağa da veda etmiyim hemen girmişken yemek yapim bizimkilere.
Sonra kapı çaldı öğrencim geldi, bir elimde kalem değil kepçeye, kabarık saçlarıma, alnıma bulaşmış salçaya rağmen tanıdı beni.
Baktım ben aslında Rukiyye'nin bilinmeyen ikiziyimi yemicek; anlaştık sen şu saatte gel dedim.
Temizliğe dalmam da bu vesileyle oldu işte.
Sonra ben ne kadar dağıtmışım böyle kendime çeki-düzen verim moduna girdim.
Öğrencimi de yolladıktan sonra yorgun insan çalışır mı, hayır o zaman dinlenirken de film izlim.
Çok anlatıyorlardı, kime sorsam mutlaka izle, bu yüzden filmimiz : 
A Moment to Remember


Hatırlanacak Bir Anı

Ben filmi sevdim.
İzlenilmelidir, tavsiye ederim.
Biraz ağırdan ilerliyordu ama bana iyi geldi şu zamanda bu işleyiş.
Romantik dram diyeceğim türden.
2004 yapımı.
İkilinin aşkları çok güzeldi.
Ve o durumda olmanın duyguları güzel anlatılıp; aynen yansıtılmıştı.
Hangi durum söylemem, izlemelisin günlük.

Aklımda kalan repliklerinden:

"Bir anı gittiğinde ruh da gider."

"Affetmek kalbine nefretinde küçük bir oda vermektir."

"Kafamın içinde bir silgi var."

"- Bana bu kadar iyi davranma nasılsa unutacağım.
- Ben her şeyi senin yerine hatırlayacağım."


Ben kızın durumunu tahmin etmiştim baştan ama yine de bi tırstım açığa çıktığında.
Kızla nasıl benzeşiyoruz anlatamam.
Bende isimleri aklımda tutamam, çoğu zaman neyi nereye koyduğumu ararım vs ama yoğun olmama bağlıyordum, kafam bi milyon diyordum ama ya.....
Kafamda büssürü görüntü oluştu o kızın yerine kendimi koydum, amanın!

İşte gitti yine psikoloji nasıl çalışcam şimdi ben bu halde?
Üstelikte sakin film seçim demiştim, dizilerinden de bilirim bu Koreliler mutlu son yazar keyfim yerinde olur ama yok.

Kitaplıkta bekleyen kitaplarım vardı, el sallıyorlardı sanki.
Dedim her şey moralim gelsin, sınava çalışayım için :)

Ben ilk kitabını okumamış bekletirken pegasus ikinci kitabını bastı, yaaa günlük.
Bu kadar zaman yoksunu tekim gibi hissediyorum bazen.

Yazarımız Suzanne Enoch
İlk kitabı Bir Öpücükle Başladı Her Şey
Sullivan karakterini baya sevdim :)


Sullivan'ın annesi ölürken oğluna satılmış tablolarını miras bıraktığını söylüyor.
Babası zamanında onu reddetmiş, annesini yüzüstü bırakmış.
O da bu tabloları çalarak kendi intikam planını hazırlıyor.
Ama Isabel'le tanışması bu planları ne şekilde etkileyecek okuyun görün diyorum.

İkinci bizde çıkan kitabı Hep Seni Bekledim


Kitabın karakterleri Phin ve Alyse çocukluk arkadaşı.
Bana sorarsanız da o zamanlardan birbirine karşı duyguları var.
Phin'in neden olduğu bir kaza sonucu abisi sakatlanınca ailesinin yanında kalmaya devam edemiyor ve orduya katılıyor.
Alyse ise itibarını lekeleyecek bir skandal yüzünden evlenememiş Phin'in gidişinin ardından halasına bakıcılık yapıyor. Phin'in dönmesiyle beraber kendini ailesinin karşısında ve bir fransız hırsızın karıştığı olayların ortasında buluyor.
Phin ailesinin düşmanlarını bulamaya çalışırken kılık değiştirecek, Alyse de seçimler yapmak zorunda kalacak.
Sonunu söylemiyorum ben, artık anladın, günlük.

Ama şunu söyleyebilirim ki ben ilk kitabı daha çok beğendim.

İşte bunlarla harcadığım bir günün ardından geç oldu gibi sabah çalışırım artık, nete bakayım uyumadan diyorum.
Blogları gezerken de seni yazayım diye özeniveriyorum.
Aslında sadece vicdanımı rahatlatmak, günüm boş geçmedi diyebilmek, soran olursa niye çalışamadımın bahanelerini sıralayabilmek için.

İşte böyle.
Veee günün sözüyle veda ediyorum sana.

Sevgili günlük,
Ne doğru bir söz değil mi,
Şimdiki sevgililer sadece bir günlük.