Hayatla iletisimde: 2012

16 Mart 2012 Cuma

Bursa Günlükleri

İster can sıkıntısı deyin ister vakit bolluğu; oturayım bir şeyler yazayım derken kendimi okuyucuları aşağıdaki etkinliklerden haberdar eden topluma yararlı kişilik buluverdim.
İşin doğrusu bu hafta sonu üds ile başlayıp ygs, aöf vizeler, vizeler, kpds, ales, kpss, aöf finaller, finaller, lysler ve çeşitli kurs sınavları olmak üzere bir dizi sınav arası ne bir can sıkıntım ne de sosyal kişiliğim düşünülürse boş vaktim var.
Çok sıkıcı olmaya başlayan bu yazıyı her şeye rağmen geldim yazıyorum diyerek bitirir; Bursa'da mart ayında bizi neler bekliyor, etkinlikler nasıl geçiyor bir görelim derim.

10-18 Mart Bursa 10. Kitap Fuarı
(ve 13-18 Mart Eğitim Fuarı)

Bir kitap sever olarak katılmaktan çok kapısında yatıp kalktığım yer olan tüyap kitap ve eğitim fuarı yine beklentilerin altında bir intiba bıraktı.
İstanbul kitap fuarını bilenler için söylüyorum bu cümleyi tabi; birçok kitapsever için oldukça verimli olduğunu ekleyebilirim itiraz edecek olan olursa.
Yalova ve İznik'ten gelen grup ile konuştuğumda bu kadar büyük bir organizasyonun kitaplarla ve eğitimle ilgili olmasından mutlu olduklarını öğrenebildim.
Benimse sanırım beklentilerim fazlaydı.
Hayal kırıklıklarım servisler ile başlıyor okuyucu; gidenler bilirler herhangi bir terminal otobüsü ile durakta inenleri uzunca uzayıp kıvrılan bir yol bekler.
Bu yol için 15dk da bir servisler kalkarak-yürüyebilecek olanı var olamayanı var elbette- halka hizmet veren servisi göreniniz oldu mu?
Bir haftadır kendisine ne yolda, ne de fuarın veya buttimin önünde rastlayamadım.
Elbette karşılaşıp bu hizmetten yararlanmış olanlar şaşırabilir bu söylediklerime ama siz seçilmiş insanlar çok şanslısınız diyebilirim sadece onlara.
Karşılaşıp sohbet etme imkanı bulduğum yaşlı çift o yolu zorlukla aşıp çok sevdikleri dostları olan kitaplara ulaşmaya çalışırken bile servisten iz yoktu.

Aaa, bir dakika. Servisler tamamen yoktu diyemeyiz; üzerinde Kent Meydanı-Kitap Fuarı yazan bir sarı otobüs görmüşlüğüm var kendisi oldukça boş olmasına rağmen hiçbir surakta durmaya zahmet etmeyerek belli ki bir şeyler yetiştirmeye çalışıyordu.
Belki de, öndeki taksiyi takip ediyordu; kim bilebilir?


Bir diğer yakınmak istediğim konu imza günleri ev söyleşiler olacak okuyucu.
Açıldığı hafta sonu ve hafta içinde tek hevesle beklediğim konuşma Mustafa Bozbey'in ki oldu.
Başımızdan eksik olmasın, kendisi sadece Nilüfer Belediye Başkanı değil; Nilüfer'in hazinesidir diyebilirim; reklama girmeyecekse :)
11 Mart Pazar günü Cumalıkızık salonunda katıldığı iki konuşma ile bu organizasyonda olması güzeldi.

Bunun dışında hiçbir tanıdık, merakla beklenen veya mutlaka gidilmesi gereken kimse yoktu.
Neden?
Sorduğum yayınevleri, kitap evleri ve diğer tüyap yetkileri İstanbul Fuarı'na inşallah dediler.
İstanbul'dakiler sizler sevgili okursunuz, bizse sıradan okur; neden Bursa iin daha iyi bir şeyler bekleyelim ki?

Bir de gözüm dizüstü edebiyat standı aramadı desem yalan olur.
Neredesiniz, nerelerdeydiniz?
ama İstanbul'da vardınız!
Sen de mi brütüs diyesim var onlara.


Gelelim artık yedi gündür göre göre kanka olduğun stand görevlileri ile yaptığım sohbetler ve dolaşa dolaşa edindiğim izlenimlere;

İlk gün bırakın yayın katalogunu bilgi alacak insan bile bulamayacağınız stantlar vardı.
Yayın katalogu bulunduranlar ise sadece Epsilon ve Koridor'du.
(Bu arada benim gibi her kitabı okumayı seven ve kitap haberlerini takip eden okurlar için yayın katalogu bir nimettir.
Seçenekleri bir arada görebilmek gibisi olmadığı gibi neyi alacağını bilmeden dolanmaktansa istediklerinin listesini yapabilmek lazım.)

Kapıdan içeri adımınızı attığınızda sol ilk yer olan Salon 2'de;

Düzeni seviyorsanız v een sol yapıp oradan başladıysanız sevilen birçok kitabın sadece 5TL yazan stantlarda bulabilirsiniz.
Geçmiş yılların okuduğum ama arşivimde bulundurmadığım kitaplarına böyle ulaşmak güzeldi.
Yayınevi stantlarından önce buralara bakarsanız çoğu kitaba ucuza sahip olabilirsiniz.

Jodi Picoult ve Adam Fawer kitapları ile bilinen April Yayınlarının standında 3kitap 10TL avantajından yararlanabilirsiniz.

Epsilon standında ise tek kitap alacaklara %20 birkaç kitap alacak olanlara ise %25'e varan indirimler ile geniş bir kitap yelpazesi bekliyor okurları.
Benim favorim olan romance'lara pek rağbet olmasa da Rosamund Lupton'un Kardeşim ve Rachel Ward'ın Sayılar kitapları ilk tükenenler arasındaymış.

Kesinlikle en kalabalık stant Doğan Kitap'tı.
Ve kesinlikle dekoru en güzel olanı.
%20 indirim ile Elif Şafak ve Jean C. Grange kitapları salon 2'ye girenleri ilk karşılayan stanttı kendisi.

Can Yayınları standında %30 indirim vardı ve uğrayanların çoğunun elinde Zülfü Livaneli'nin okunası Serenad'ı ile ayrıldıklarını gözlemleyebildim.

S.King başta olmak üzere tüm güzel yazarları bizlerle bunca yıldır buluşturan Altın Kitap standında %20 indirim ve bu gün yapılacak Gülten Dayıoğlu imza günü afişleri göze çarpıyordu.

Ayşe Kulin, Nihat Behram ve Khailed Hosseini kitapları ile bildiğim Everest YayınlarıAlfa Yayınları, İskender Pala kitaplarıyla bilinen Kapı Yayınları ve Rachel Caine, Charlaine Harris, L.K.Hamilton gibi yazarlar ile çok sevilen vampir romanlarını bizlerle buluşturan aynı zamanda Amanda Quick ile bir daha gönlümü kazanan Artemis Yayınları aynı stantta %25 indirimle okurları bekliyorlardı.

Yine %25 indirim ile Pegasus yayınları standında bolca Suzanne Colins'in açlık oyunları serisini, David Nicholls'ün muhteşem 'Bir Gün' kitabını ve Cast ailesinin serilerini görmek mümkündü.
Yayınevinin küçük bir yer ayırdığı romance türüne bayanlardan oldukça rağbet vardı.
Brenda Joyce, Elizabeth Hoyt ve Sophie Jordan gibi yazarları eline alan çoğu kadın poşete koymak için bile bir daha elinden bırakmadı :)

Altıparmak'ın sevilen kitapçılarından Ezgi Kitapevi de fuarda yerini %20 indirim ile almıştı.

Leman standında yer alan çoğu güzel aksesuardansa Bursa değerlerinden Karagöz-Hacivat perdesi ve Uykusuz standındaki anahtarlıklar ve takvimler bolca ilgi gördü.
Yine birçok gencin elinde otisabi ile gezdiği gözümden kaçmadı.


Yan tarafa geçilen aralardan Salon 4'e vardığımızda;

Koridor Yayıncılığa siyah beyaz bir hava hakimdi.
Bu muhtemelen tüm standın siyah-beyaz kapaklarıyla Ken Grimwood, Kevin Guil ve John Verdon kaplı olmasındandı.
Bu kitaplar 10 ve 15 TL arasında fiyatlarıyla okuyucuyla buluşurken romance kitaplarına ayırılan neredeyse 50'ye 50cm'lik ufak alan dikkat çekmediğinden midir bilinmez rağbet görmüyordu.
Özellikle aradığım 2012 kitaplarından ve seri devamı olan Tracy Ann Waren'ın Gül ve Diken'i ile Pamela Claire'ın Günahkar'ı ilk gün yoktu.
Neden romance türüne az önem veriliyor sitemime cevapları 'satılmıyor' oldu.
Onları haksız çıkarmak için hala zamanın var okuyucu; sadece 10TL'ye Monica McCarty ve diğerleri seni bekliyor.

Bursa'nın tanınan kitapçılarından BKM'de fuarda geniş kitap yelpazesi ile salon 4'teydi.

Nemesis standında koyu bir sohbet sürerken gelen okurlar bilgi alabilmek için sadece kitapların arkasında yazılanlardan medet ummak zorunda kaldılar.
Bunun dışında boy boy Rachel Gibson'un harika modern romance'ları berbet kızları ve photoshopla eklendiği nerden de belli hokey sopalı kapaklarıyla standın yarısını kaplamıştı.
Bir de sohbetlerini bölerek kabalık ettiğimizi düşünen stant görevlisinin tenezzül edip söylediği %25 indirimi unutmamak gerek.

Martı ve Okuoku'nun beraber açtığı stantta Küçük Mucizeler Dükkanı 10TL idi.
3kitap 10TL ve 3kitap 15TL bölümleri bulunduğu gibi bazı kitaplarda da %50 indirim vardı.
İlk gün standa uğradığımda karşılaştığım görevli bol muhabbetli, bilgili birisiydi ve sonraki günlerde olmaması çok kötüydü.
Söylediğine göre seneye İstanbul Fuarı'na Rachel Gibson veya Harlan Coben'i getirmeyi düşünüyorlardı.
Rachel Gibsonun yazarlar serisinden iki kitabı da bu stantta görebilirdiniz.

Bir gözlem daha isterseniz Salon 4'ten çıkanların çoğunun elinde Oğuz Atay, Tutunamayanlar'ı taşıdığını söyleyebilirim.

Bunun dışında eğitim fuarına stant açanların çoğu dil okullarıydı.
Promosyonu ve tanıtımı az olan bu bölüme gidecekler için tek tavsiyem Sınav Dershanesi standında çok iyi bir kitapçık bulunması.
Tüm matematik ve geometri formüllerini bulabileceğiniz kaynak bedava dağıtılıyor :)

Bir de kpss'zedeler için salon 1'de bir dershanenin deneme sınavı dağıttığından bahsetmezsem olmaz.

Hafta sonu gidebilecek olanlar için benim tavsiye söyleşi-imza günü etkinliklerim;
C.tesi-Pazar;
13.00-14.00 AYŞE KULİN, Salon2, Everest Standında
C.tesi;
13.15-14.15 CANAN TAN, Altın Kitaplar ile Uludağ Salonunda
Pazar;
12.00-13.00 ÜSTÜN DÖKMEN, Uludağ Salonunda olacak.

Midas'ın Kulakları Opera Gösterimi
19 Mart 20.00 - Merinos Kültür Merkezi
kaçırılmaması gereken bir seyir
daha fazla bilgi için tık


Bursa Devlet Tiyatrosu;
Takip edenleri bilir mart ayı yeni gösterime giren Karmakarışık oyunu oldukça beğeni topladı.
Bir kaç ay daha sahnede yerini alacak olan oyuna eğer gitmediysen gitmeli;
gittiyseniz tekrar gülmek için yine gitmelisin okuyucu.
bu hafta 21, 22, 23 Mart Avp Sahnesi, 20.00'da

Birkaç aydır gösterimde olan Bütün Oğullarım'ın hala seyirciyi kendine çekebilmesi salonun ne zaman baksam dolu olması bu oyunun da tavsiyem olması için bir sebep değil de nedir?

Konser
Bursa'nın sevilen grubu Karbon 20 Mart 22.00 Salı
ve her salı Kent Meydanı Kat3'te
kesinlikle tavsiyedir!

Eski 45'likler Partisi
20 Mart 21.30 Hayal Kahvesi'nde

Okuyucu bu günlük bu kadar bu kız gider.
Bir daha ki etkinlik yazım belki Guns'n Roses İstanbul konserini de içeren İstanbul olur
belki de Mesir Şenlikleri ile Manisa'dan.
Bakarsınız İzmir kitap fuarını da yazarım.
Ayrılmayın; sosyal kalın :))

12 Şubat 2012 Pazar

Afiş Afiş Üstüne

Meraklı araştırmacı kişilik ben bu seferde çok kullandığımız sitelerin reklam afişleri ile geldim okuyucu.

"Çarpıcı ve mucizevi sosyal ekip oluşturma!"

"Sadece 140 harf ile olağanüstü, muazzam topluluk!"

"Filmleriniz Youtube'da sonsuza dek sürsün
İnternetteki en iyi adres!"

Sanırım aynı firma skype'ın reklam işini de almış :)

"Ailenizi bir arada tutan müthiş ses sistemi."


Son derece klasik, standartlar.
Hani şu direklere, duraklara asılan cinslerden.
Ben sevdim, ya sen?

2 Şubat 2012 Perşembe

Kardan Hayallerim Vardı

Sıcak iklim çocuğu olarak büyüyen ben kışın televizyonda kar haberlerini izler ve yolları kapanan o çaresiz insanlara özenirdim.
Hatta uyumadan önce kendi kendime kar kraliçesi, kar şövalyesi hayalleri kurmayı severdim.
Bazen bir ağacı yerinden çıkararak yolları açardım ve köylüler bana teşekkür için bir kardan adam sunarlardı.
Bende atkımı ona dolayarak teşekkür eder bir sonraki köyü kurtarmaya yola düşerdim falan.
Kabul, çok mantıklıydılar demiyorum ama daha küçüktüm tamam mı? :)

Hatta seneler öncesi bir ara kar yağmıştı da okul tatil olmuştu.
Ne yazık ki erimekte acele ederek öğleden sonraya pek kalmamış, kardan adam hayallerimiz 5cm'i geçememişti.

Düşünüyorum da insan o kadar özlemle beklediği şeyden bu kadar şikayetçi olabilir mi?
Eyvallah, oynadık.
Hatta kardan adamlardan ordular yaptık...
Ama artık bitmeli der mi?

Yazı özledim okuyucu.
Etraf bembeyaz harika görünse de ben gölgesine sığındığım güneşimi özledim.

Kat kat giyinmiş bir halde evde bile burnumdan çıkan havanın buharını görebilirken tek yapabildiğim yine hayal kurmak.

Çiçekler açmış bir çayırın ortasında battaniyeler yerine üzerimde ince bir yazlık elbise onların kokuları etrafımdayken uyuyorum ve güneşin dokunuşunu tenimde hissedebiliyorum.


Biliyorum yaz da gelip neden bu kadar sıcak, ah bembeyaz karlar vardı diyeceğim.
Ama sanırım insan biraz böyle.
Ne tam olarak ne istediğini bilebiliyor ne de ona sahip olunca olabilecekleri.
Sadece istiyor.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Ben Bu Aralar Harlequin Okuyorum



Uzun süredir yeni romanlara başlamayıp günde bir harlequin ile devam etmekteydim okuyucu.
Okulu bahane etmeyeyim şimdi (uğradığı yok diyerek yalancı çıkarır beni) ama iş güç derken yolunu bulamamıştım her yeni kitabı okumalıyım diyen açgözlülüğümün doldurduğu kitaplığın.


Şimdilerde yeni buduğum tatilimle meşgul olunca harlequinlere geri döndüm yine.
Beğendiklerimi de şurada yorumluyorum okuyucu.
Bir göz at.
En azından rastladığında
ya da
boş vakit bulduğunda bir kaç keyifli saat geçirme fırsatını kaçırmazsın tavsiyelerimle.
Görüyorsun ya her şey senin için :)


Biraz da bilgi vermek gerekirse;
Harlequinler bir çok sitede e-kitap olarak bulunduğundan
(o tarayanların elleri dert görmesin)
kolayca ulaşabileceğiniz gibi
bir çok ikinci el kitap satan sahaflarda da uygun fiyatlara bulabilmektesiniz geçmiş sayıları.
Her ay çıkardıkları yeni yayınları ise hemen hemen her süpermarkette genelde gazete dergi raflarında karşılaşırsınız.

Yolculuklarda veya yoğun günlerinizde biraz mola için birebir bu yayınlar.
Sistemlerini ilginç ve bir o kadar da yararlı ve akıllıca bulmuştum ilk duyduğumda.
Ve her güzel fikri karşıladığım gibi ben neden düşünemedim bunu ya demiştim.
Kalemine güvenen ya da güvenmeyen ev kadınları yazdıklarını gönderiyor,
Harlequin basıyor,
tüm dünyaya dağıtımını yapıyor,
kadınlar da bu yolla hem bir uğraş ediniyor hem de kazanç sağlayabiliyorlarmış.
Kesinlikle okumayı ve yazmayı seven, ailesine zaman ayırmayı seçerek evinin hanımı olmuş kadınlar için harika bir durum.
Belki de çalışan geçimini başka yollardan sağlayan fakat yazma hobisi olanlar içinde bir yol.

Bence bizim annelerimize de böyle bir olanak sağlansaydı okuma-yazma oranlarına katkısı olabilirdi.

Harlequinler genelde aşk temasına sahip hikayeler olup bazı kitaplarda macera ve entrika da içeriyorlar.

Bir çok önemli yazarı (sandra brown, nora roberts gibi) da okuyucuya tanıtıp edebiyat çevrelerine kazandırmıştır.


birde site adresini vereyim göz atmak isteyenler için: harlequin

29 Ocak 2012 Pazar

Her Kadının Gerçekten Önem Vermesi Gereken Konu

Uzuuuun zaman önce burada yazdığım gibi reklamcılık alanında araştırmalarıma devam ederken rastladığım bu dahiyane afişleri paylaşmak istedim.

Bu, biz kadınların sıkça yaptığı bir şey.
Ufak tefek şeylerden bile mutsuz olmak; şikayet etmek.
Asıl düşünmemiz gereken, önem vermemiz gerekenlerin yerine.
Kendimize sormalıyız;
Gerçekten doğru şeylere mi takıntılıyız?




27 Ocak 2012 Cuma

Bi Seni Konuşurum..



İnsan beyni gerçekten karmaşık bir yapı olmakla beraber aslında işleyişi basittir.
Hani derler ya öğretmenler günde bir tekrar ile alınmayacak not yoktur diye
Doğrudur.
Beyne en çok ne ile ilgili veri girerse onu işler.
"İnsanın fikri neyse zikri odur." da derdi ananem.


Giriş için yeterli olmadıysa bir de şu var;
İlkokuldan beri bağımı koparmadığım, daha sonrasında komşu da olarak kardeşten farksız olduğumuz bir arkadaşım vardır.
Ben üniversiteye kayıt olduğumda o da açıktan liseye kaydolmuştu.
Çalışmaya başladı birde, okurken.
Ne zaman eve gittiğimde görüşsek bana işinden bahsederdi.
İşte şöyle oldu, işi böyle yapıyorum vs.


Bende okuyordum, bende çalışıyordum o sıralarda; üstelik farklı bir şehirdeydim ama bahsederken böylesine şevkle, her bir ayrıntıyla süslemiyordum.
Çünkü anlatılacaklar hep o çalışma arkadaşlarının arasındaki muhabbet olup başkasıyla o kadar iyi gitmezdi.

Hem bir insanın hayatı işten ibaret mi olur?
Ben daha çok tanıştığım insanlardan, gördüğüm yerlerden bahsetmeyi seviyordum.


Derken bu sene düzenli bir işim olduğunda eve yorgun argın geldiğimde bile anlatmayı sevdiğimde anladım.
Daha doğrusu ev arkadaşlarımın yüzünde gördüm, benim arkadaşıma baktığım ifadenin aynısını.
Bende yapıyordum.
Gün içinde en fazla zamanımı işte geçiriyordum ve beynim en fazla veriyi iş konusunda alıyordu.
Artık hayatı işinden ibaret bir yetişkin mi oluyordum?
Demek hobiler bu yüzden vardı.
Cv'de bile hobilerimizden bahsetmemizin zaten bir nedeni olmalıydı.


Gelişmeyi de tamamladığımıza göre artık sonuca, bir ana fikre varmamız gerek ama inanın hiç bir fikrim yok.
Yani elbette şuraya bir şeyler anlatmaya geldim ama ne yazarsam daha benim yeni keşfettiğim ve tam oturtamadığım tavsiyemi tam verebilirim bilmiyorum;
deniyorum :)


Bildiğim biz insanlar sosyal varlıklarız, temel tek düzeliklerin dışında harekete farklılıklara ihtiyacımız var
ve
beynimizin işleyişi de belli olduğuna göre (bknz: ananemin lafı)
hayatımız sadece iş, sadece okul veya sadece aileden ibaret olmamalı.
Asında sadece hobilerden de ibaret olmamalı.


Konuştuğumuzda bahsettiklerimiz evrenin gerçekleri, dünyayı nasıl kurtarırız falan olmak zorunda da değil elbet
ama
Tek yapabildiğimiz 'ben buyum'u anlatmak da olmamalı.


Neyse toparlıyorum;
Kendini geliştirmenin yaşı, yeri, zamanı yok.
Neyle meşgul olursak olalım her zaman genel kültür ve insan ilişkilerine yönelik bir şeyler öğrenmemiz, araştırmamız ve deneyimlememiz mümkün.
Yeter ki hayatın bize sundukları arasında o tekdüzeliğe dalmayıp etrafımıza da bakalım.
Beynimizin işleyişini salt yapabiliyoruz diye tekdüzeliklerle harcamayalım.


***


Bir konu daha var ki bahsetmek istediğim;
Dostlarınla bir araya geldiğinizde hani o seni hiç ilgilendirmeyen işte nasıl başarılıymış, hocaları ne kadar gıcıkmış ve ya sevgiliyle tekrar barışmaları gibi konularda anlayışlı olman gerektiğini bil.
Çünkü fark etsen de fark etmesen de sen de aynı şeyleri yapıyorsun.


İşte böyle okuyucu...


Yazıya en uygun olduğunu düşündüğüm parçayla veda ederken
iletişimin bol ola diyorum :)

26 Ocak 2012 Perşembe

Bana Malahitini göster sana kim olduğunu söyleyeyim.

Bir önceki yazımda bahsettiğim üzere çalışmaktayım okuyucu; işteyim
Ya da markamızın altında yazdığı gibi;
"Değerli Taşların Tasarımla Buluştuğu Nokta" da.
Diğer bir deyişle değerli-değersiz müşterinin rapunzell ile buluştuğu nokta burası.

Her türden insanı tanıdığımı düşünürdüm; yanılmışım.
Esnaf ne yapsa haklıdır; bakın o kadar söylüyorum.

Bizim insanımıza bir şey zaten beğendirmek zor..
Hadi beğendi diyelim, ille pazarlık edecek.
Kayseriliden daha Kayserili olurken de işçiliğe değer vermeyecek.

Mesela bizim işimiz bijüteri değil mücevherat diyerek fiyatlarını mazur göstermeye çalıştığımız 'ay aşırı pahalı'cılar
ile
Elbette gerçek onlar diyerek napsak inandıramadığımız 'nasıl bu kadar' ucuz diyen çok bilmişler
ölümüne kapışırlar pazarlıkta.

Kimi zaman 'kim' lafından başka sözcük dağarcığı olmayan insanlara laf anlatmaya çalışırız:
"Beyefendi bizim ürünlerimiz tasarım olduğu için fotoğraf çekmek yasak."
"Kim fotoğraf çekiyor?"
"Siz? Lütfen kamerayı kapatır mısınız?"
"Kim diyor?"
"Patronumuz ürünlerinin çekilmesini istemiyor."
"Kim o kim?"
"Bakın-"
"Ben bi görüşem onunla, kim? Kimmiş söyleyin ... Kim o kim?"

Bazen de gelenler bize bizim mesleği öğretmeye çalışır;
"Gerçek inci mi bunlar?"
"Elbette. Deneyebilirsiniz, soyulmaz."
"Doğuruyor mu?"
"Nasıl?"
"Gerçek inci dediğin doğurur."
"Uygun şart ve zamanda olacak bir şey o ama ille doğurur diyemeyiz.
Karanlık ve nemsiz bir ortamda saklanması lazım."
"Ama gerçek inci doğurur, doğurması lazım."
Burada uzun bir inci doğumu belgeseli araya giriyor.
"Ben incilerimi pudralıyorum, sonra kilerde bekletiyorum doğurması için."
"Biz damızlık olsunlar diye değil, takılsınlar diye satıyoruz" diyemiyoruz tabi.


Bazen de özenerek düzenlediğimiz vitrinlerin camlarını yeni silmişken bayanın biri gelip çocuğunu oturtarak altını değiştirmeye kalkıyor!
Hem de avm'nin tam orta yerinde.
Şaşkın bakışlarla olayı kavramaya çalışan bize bakıyor, gülüyor ve
"Annecim, ablalara merhaba yap!" diyebiliyor.


Ya da yarım saat boyunca hediye bakıyorum diyerek tüm takıları üzerimde denettirmeye kalkmış kişi "Aslında benim hediye alacak kimsem yok, size alabilir miyim?" ile ağlanacak halime güldürebiliyor.
Buna benzer bir vakayı da bir turist ile yaşadım.
Maalesef koca avm'de dil bilen tek kişi olan bana yabancılara yardım işi düşüyordu.
Daha sonra beni yerime kadar geçiren adam gelmişken bir hediye almalıyım dedi ve beraberce seçtik.
Paketleyip uzattığımda yardımların için bunu sana aldım dedi o hızla gözden kayboldu!
"Ama kabul edemem" yakarışlarımla elimde paket kalakalmıştım.

En güzelini de en sona sakladım:
"Makalin taşı var mı? Ben ondan almıştım geçende."
"?? Malahit?"
"Evet, evet ondan."
Ürünler gösterilir falan işte o an, tam kadın konuşmadan önceki var ya, ağzımızın son kapalı olduğu an olacaktır.
"Bu yüzüğü ikiz bebeği olan bir kadın almalı. Bakın ikiz bebek var taşın içinde."
Biz şaşkınızdır; o da hız kaybetmeden diğer ürünler ile falına devam eder.
"Bakın bunda da hamile bir kadın var. İşte şurası karnı ... Benim geçen aldığım taşın içinde üç kişilik bir aile vardı, bize uyduğu için almıştım zaten. Siz bunu nasıl bilmezsiniz bu işin içinde bilmiyorum. Aaa şu taşın içinde de tek taş pırlanta var. Bunu bir genç kız alacak ..."
Ve işin kötü tarafı kadın gittikten sonra bile ne kadar baksak, kime göstersek dediği şekillere rastlanılamaz.


Dip Not: Malahit yeşilin çok hoş tonları olan kendisinden desenleriyle ünlü 'kraliçe taşı' olarak da anılan bir maden. İlk keşfedildiğinde zamanın kraliçesinin sadece bana özel olmalı diyerek halkının kullanımına yasakladığı taşımızın neşe ve huzur vermesi, empati yeteneğini geliştirmesi, kalbe iyi gelmesi, sıkıntılardan kurtarması gibi özellikleri bilinmektedir. Başak, terazi ve oğlak burcunun taşı olarak da tanıtılabilir :)

25 Ocak 2012 Çarşamba

Türküm Doğruyum Çalışanım



Şu fani öğrencilik hayatımda girmediğim sektör; deneyimlemediğim meslek kalmamışken (fazla iddialı görmeyesin, sonuçta deneyemeyeceğim işler de mevcut, biliyorum :) ) şimdiki işim hakkında yazmak istedim.


Daha evvel gözüm pek bi yükseklerde olup isterlerse stajyer olarak alsınlar, fazla para vermesinler, prestijim yeter diyerekten çalıştığım işler ile paraya ihtiyacım olup da orda burda organizasyon, özel ders,  seminer, çeviri işleri baktım ki bana bir ömürlük sermaye vermiyor bu sene gerek insan ilişkilerimi geliştirmek gerekse her zaman işime yarayacak türden deneyim kazanmak için -satış danışmanlı-ğına atlamış bulunmaktayım okuyucu.


Bir paragraftır nokta koymadan yazıyorsun bu mudur deme.
Kısaca belamı arıyorum da diyebiliriz :)


Her işin kendi kapasitemi ölçmem ve neyi yapıp neyi yapamayacağımı görebilmem açısından farklı bir anahtar olduğunu anlayalı daha bir girişkenim.
Ve hayatımın 'ne olacaksın?' kapısında daha çok anahtar deneyip hangisinin beni nerelere ulaştırabildiğinden emin olabilmeliyim.


Her şey istemediğim bir bölümü okumaya zorlanmam ve benden başka herkesin mesleğim ve yapabileceklerim konusunda farklı yönlerde ısrarcı olmasıyla başladı desem de
bilinçaltımda ailemin tatillerde bile çalışmamı istemediğini ve benimde kendi ayaklarım üstünde durma olayını yuvadan uçtu uçalı ciddiye aldığımı söyleyebiliriz.


Vize-final aramı değerlendirmek için seçtiğim satış-kasa hesabı-iş yeri sorumluğu konusunda (amma abarttım, alt tarafı esnaflık yahu)
bir işe girme ve işteki son haftamda yazabilme imkanı buldum.


* Avm'lerin geleni gideni bol olur.
Bunun içinde muhabbeti koyulaştıracağın ya da sabrını zorlayacağın her tür mevcuttur.


* Avmlerin kendine özgü kuralları vardır; açılış saatinden sonra açılamaz, kapanış saatinden önce kapanamaz, fazla boş bırakılamaz, çoğu şey yasak vs..
(Geç kaldığım için kesilen paralarıma hala yanarım.)


* Vitrin düzenleme olayı en önemli detaylardandır; görsellik sattırır deseler de gerçek şu ki ne göz zevki ne de sadece zevk ile alakalıdır tamamen yorucusal.


* Alıcı müşteri - bakıcı müşteri ayrımını kavramak hayatta kimin ne olduğunu bilebilmeni kolaylaştıracaktır.
(bknz: alıcılar hayatı yaşar ama bakıcılar sadece onları izler fenomeni)


* Her gün en az bir defa 'ne yesek ki?' derdi ile devamındaki üç saat taşınıp düşünüp aynı menüleri alma vardır.


* Pos makineleri, kasa ve hesap makinesi müşteri gelmediğinde en yakın dostların olur; dertlerini yakınmadan dinlerler.
(Pos makinesi gün sonu basmakla meşgulken zımbayla dertleştiğim de olmuştur.)


* İş veren ve işçi arasındaki 7 farkı bulmakta zorlanmazsın.
Bulduktan sonrası en ateşli komünist sayılmana yetecek sövüp sayma ve söylenmelerden ibarettir zaten.


* Gazete (magazin eki, bulmacası için), kitap (varsa resimleri için) ile sık sık bir araya geleceğin için kendini geliştirme(!) olanağın vardır.


* Diğer çalışanlar ile kurulan karmaşık ilişkiler facebook'ta bile bulunmaz.


* Eğer benim gibi bir gevezenin eline şirket telefonu geçerse hayatında görmediğim tutarlı faturayı maaştan keserler.
Sonraki hafta boyunca boynu bükük ama prim ama emek diye dolaştığım gözlenir.


* Lise günlerinizi tekrar yaşama olasılığınız vardır.
(örn: herkese bir isim taktık; tuhaf, piramit, baş kepçe, yemez..
bir ara hikayelerini de anlatmayı çok isterim)


* Ve eğer şanslıysan shift arkadaşın ömrün boyunca bırakmayacağın kardeşin olur.


* Artık sende esnafsındır;
alışverişlerinde pazarlıkta diretmemeyi, kaba davranmayıp karşımdaki de insan demeyi, üç kuruş veriyorum diyerek kendini oranın patronu sanmamayı, en azından almıyorsan bile bir gülümsemeyi eksik etmemeyi bilmiyorsan da öğrenmişsindir.


dip not: gerçekten de o kadar esnaf hissediyorum ki kendimi, günü falan varsa haber edin kutlıycam, o derece.


bir başka dip not: esnaf mesnaf diyorsun (mesnaf da neyse artık) koyduğun resme bak denilmesin; bizim işlerde görsellik çok önemlidir, bknz: madde 3


Haydi hayırlı işler bol müşteriler :)

24 Ocak 2012 Salı

Yazacak Çok Şey Varken Yazamadıklarımla Beraber



Genelde müzik dinler yolculukta insanlar ya...

Sen birini düşün otobüste gördüğün.
Camdan dışarısına bakan dalmış gözleri ve belki de hiç kıpırtısız oturuşuyla dikkatini çekmemiş.
Ola ki dikkat etseydin düşüncelerinin karmaşasını gözlerinden okuyabileceğin.
Birden aceleci hareketlerle ceplerini karıştırıyor, çantasını arıyor.
Kağıt kalem bulduğu gibi yazmaya başlıyor.

Ya da arkadaşlarıyla konuşurken hararetli hararetli birden konu değiştirip ben bunu yazarım diye bambaşka bir tempoda kendi kendine konuşmaya başlıyor.

İşte o bendim okuyucu.

Yazmak susamak gibi içimden geldiğinde durduramadığım kelimeler; şimdilerde dinlediğim hoş ama boş şarkılar gibi bazen mırıldandığım çoğunlukla unuttuğum sözler oldu.

Nedendir bilinmez en yoğun anlarımda bile beni bırakmayan klavyemin tıkırtısı şimdilerde duymayı özlediğim seslerden.

Belki yaz boyunca roman konusu üzerine yoğunlaşıp belirlediğim planda yazmaya zorladığım için kendimi şimdi özgür bırakamıyorum kalemimi.
Belki düşündüğümden de yoğun düşüncelerim.
Belki de sadece ve sadece yazamadım bu aralar.

Yakınmaya gelmedim, paylaşmak istedim.
Bakma arada gelir gelir içimi dökerim.

Bu da yazamamamın şarkısı olsun, dinle
Ama bi dk şimdi, ben yazamıyorum derken derken yazdım mı ne?

10 Ocak 2012 Salı

Hayat Buysa Üstü Kalsın Dicem de, Öğrenciyiz Bozukluk da Lazım Oluyor

Her yarım saatte bir yeni saç modelleri deniyorum,
selam verene çatıyorum,
çikolata bile yemek istemiyorum (evet, çok şaşırtıcı)
bir de önümdeki zar zor ricalarla fotokopi çektirilmiş notlara uzaylı gibi bakıyorum.
Üstelik de izin alamadığım için iş yerinde bunları yapmaya çalışıyorum.
Ne dedin?
Ha, evet.
Final haftasındayım okuyucu.

Duvardaki çatlağa bile yarım saat boyunca bakıp içinde ev, araba, çoğunlukla da x ve y'ler görebiliyorum.
Hayatın anlamını çözsem, nirvanaya falan ulaşsam bu sıkıntılı ruh halimin sonucunda bir işe yarardı;
huzur bulurdum belki ama ne mümkün.
Daha dönem içinde ne işlemişiz onu çözmeye uğraşıyorum.
Buncadır yazmıyorum da şimdi bunlarla sizi sıkmaya mı geldim?
Hayır.

Nolucak bizim bu sonumuz onu tartışmaya geldim.
Tahmin ederim hepiniz görmüşsünüzdür bu resmi nette.


İş, okul, aile, dershane, kurs vs...
Hiç sormuyoruz kendimize; şu an ne yapıyorum, aslında ne yapmak istiyorum diye.
Seçmeden bedellerini ödüyoruz kararlarımızın.
Belki de istemediğimiz bir bölümü okuyoruz,
belki de sevmediğimiz bir işte çalışıyoruz.
Daha fazlasını elde edebilmek için, en iyisi bizim olsun düşünceleriyle.
Ama en iyisi değildir her zaman seni mutlu edecek olan.

Demiyorum ki her şeyi bırak,
ferrarini sat ve bilge ol.
(aslında en iyi tavsiyem olurdu)

Sadece arada da olsa kendine ayıracak zamanın olsun.
O yüzden finallerin de olsa, yarın önemli bir toplantın ya da dershane sınavın..
En azından bir beş dakikanı ayır ve gerçekten ne yapmak istiyorsan onu yap.
Mesela ben şu an elimde kahvem klavyemin başında olmak istiyorum ve öyleyim.
Yarın mı?
Yarın yine iş ve notlara çalışmak olabilir kaderimde ama şu beş dakika benim
ve zamanımı tüm beş dakikalık molalara ihtiyacı olan okuyuculara şu an bende çalan şarkıyı hediye etmekle değerlendireceğim.

Çünkü biliyorum okuyucu
benimde okuduğum yazıların çoğunda yaptığım gibi
filozofluk taslamış,
hayat ile beş dakika ne alaka yea,
diyecek; gerçekten denemeye değer görmeyeceksin.
Olsun, bari şarkıyı dinle dedim :)

Resimdeki gibi rahatlığı arayarak değil onu yaşayarak hayatı geçirmeniz,
bozukluklara üstü kalsın da diyebilecek kadar gönlü de cüzdanı da zenginlerden olmanız dileğiyle...

dip not: blogumu annem ya da ananem ele geçirmedi,
bizzat benden geliyor bu olgunluk diye de övüneyim :D