Hayatla iletisimde: Mayıs 2011

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Hayat, ölüm, insanlar, önyargılar, aşk... Aşk?

- Bir şeyler söylemem gerekiyor dimi ?
+ Gerekmiyor bir şey söylemek sana göre değil. 
Sen bir şey söylemeden gidersin dimi? 
Hemde öyle bir gidersin ki, bırak yaşamayı insanın nefes alması bile yarım kalır. 
Sen o kadar bir şey söylemeden gidersin ki üstüne milyonlarca şey söylenir. 
Sen bana bir şey söyleme, git. Sadece git.
- Gitmedim
+ Yanlış. Sen hiç gelmedin…


Final haftası o ders çalışılacak o değerli zamanda film izlemek kadar keyifli bir şey yok :)
Bu keyfi bitsin derse dönücem telaşına borçluyuz.
Ve işte harika film, replikler, oyuncular...
Tüm 'finalzedelere' armağanım olsun:

28 Mayıs 2011 Cumartesi

'Hayat'a biraz renk katalım..

Bundan bir kaç yıl öncesi kampa katılmıştım ailemin zoruyla.
Pazarlık yapmıştık adeta.
Ço..ok istediğim bir şey vardı, kampa git ve senin olsun demişlerdi.
O zamanlar hiç istemesem de, bir çaba göstermesem de şimdilerde iyi ki gitmişim dediğim; bir çok dostlukların temelini attığım, kendi başımın çaresine bakmayı öğrendiğim ve hayata biraz da farklı bakış açısı getirebildiğim bir deneyim olmuştu benim için..

İşte o dostluklardan bir kaçı bana zahmetsiz elde ettiklerimin değerini bilmeyi öğretti.
Daha ilk günümdü, tanışıp kaynaştığım kızla yemek sırasındaydık.
O alıp kayboluverdi bir ara bende boş bulduğum ilk masaya ilerledim.
Sonra uyardılar beni o masa dağıtıma en yakın olduğu için görme engellilere ayrılmış.
Tanıştığım kızın yardım ettiğini gördüm bu masaya, bende yardım ettim, tanıştım o masanın sakinleriyle.
Aslında kendime yardım ediyormuşum bir yandan, şimdiye kadar hissetmediğim kadar gördüğümü; şimdiye kadar bilmediğim kadar işe yaradığını hissetmiştim taşıdığım gözlerin, o an.
Sonra uyarıyla kaldırıldığım masaya davetle oturmaya başladım.

Hepsinin hayalleri vardı, benim gibi gitmek istedikleri bölümler, gelecekte yapacakları meslekler..
Sevdikleri aktörler vardı, sadece sesinden tanıdıkları..
Bu ne renk diye sormadan giyinemeseler de,
hangi renk neyle gider bilirlerdi.

Benim gözlerim olmadan nasıl yapabileceğimi hayal bile edemediğim konularda tecrübeliydiler.

Ben bakmadan anlayamazdım kimin geldiğini, duymazdım en küçük duygu değişimini..
Aklımda fazla tutamazdım bir şeyi,
anlamazdım Microsoft Reader'ın dilinden.
Bakıp da görebildiklerimi anlatırdım,
dinlerdim hissedip, bilebildiklerini.
Neden derneklerinin ismi 'Altı Nokta' konulmuş onu keşfettim, parmaklarımın ucuyla okuyabildiğim harflerden alfabeyi öğrenerek.
Filmler dinledik beraber, şarkılar söyledik kampı ayağa kaldırarak.
Birlikte bakamasak da bu dünyaya; birlikte yaşıyoruz diyerekten.
Ne güzel günlerdi, şimdi hepimiz ayrı şehirlerde finalleri bekliyoruz :)

Bu yazıyı bana yazdıran, o günlerimi gülümsemelerle hatırlatana gelince;
Seni de bu dünyayı onların gözünden bakmaya çağırıyorum.
Tüm okuyucuları, yolu bu sayfaya düşenleri öncelikle bu siteyi görmeye, daha sonra nasıl bu hayatı paylaşabiliriz düşünmeye davet ediyorum :


26 Mayıs 2011 Perşembe

Bu bir kaç günde ben..

Finallerinde yaklaşmasıyla;
daha onlar gelmeden gelen stres,
mezun edeceğim arkadaşlarıma veda, üzülme,
tatilde görüşemeyeceğim arkadaşlarımla zaman geçirme,
sınavlar gelmeden az gezelim takılalım planları,
'yat başka napıcaksın' dedirten hava sıcaklığı,
bu kadar şeyin arasında nerden çıktıysa 'hasta olma'nın da etkisiyle şu bir kaç gündür bilgisayarı elime alasım, blogger'a girip yazasım gelmedi okuyucu.

Bu bir kaç günün fotoğrafları:
(tabi ki şu yazımda alcağımdan bahsettiğim yeni telefonumla çekilenler :) )
arkadaşlarla zaman geçirme
 çalışsam mı ki
finaller gelmeden bizim mekanlara bi veda
 ulaşım güzel şey de, ömrümüz yollarda mı geçiyor ne?
 burda kirli çıkmış, aslında tertemiz buz gibi bir dere
ve de derin, bildiğin yüzmelik
@Misi Köyü

Daha yeni iyileşmiştim de toparlamıştım yaaa :/
Uzuncadır tatil yüzü görmemiş ben, su görünce içine atlarsa olacağı budur.

Peki bu bir kaç günde olanlar?

Ağzına sağlıklar: Adam haklı beyler, dağılın :)

21 Mayıs 2011 Cumartesi

İletişim Demişken..

Sene böle bin dokuz yüz doksan yedi, bilemedin doksan sekiz.
Senin güzel hatırına düz iki bin yapardım da kurtarmaz yahu :)
İletişimin hala çok çok sınırlı olduğu yıllar bunlar.
İnternet yaygınlaşmamış, cep telefonu kullanan sayısı az.
Haberleşme de ev telefonları kullanılıyor desek de bazı yerlerde bağlı telefon bulunamadığını hatırlamak gerek.


Babamın işi gereği eve geç geldiği ya da dışarıda kaldığı oluyordu sık sık.
Haberleşmemiz de zor oluyordu böyle durumlarda haliyle.
İşte bahsettiğim bu yıllarda bir gün eve elinde bir kutuyla geldi.
Cep telefonu
Aradığımızda nerde olursa olsun ulaşabilecekmişiz.
Çekim alanı diye bir şey de bilmiyoruz tabi bu cümleyi kurarken, tek bildiğimiz kablosunun olmayışı, alıp gidiyorsun yanında.
Üstelik yazı da gönderebiliyormuşuz, mektup gibi ama uzun uzun yazamadığından olsa gerek adı kısa mesajmış.
Okulda bir anlatışım var duymanız lazım.
Bir arkadaş da baktı havama diyecek yok, 'bende biliyorum'la girdi konuya.
Dediğine göre içinde oyun olanları da varmış, yurt dışından gelen akrabasında görmüş.
Ben yer miyim böyle numaraları, cep telefonu havası benimdir başkasına attırmam diyerekten 'hadi ordan'la diskalifiye ettim onu.
Ne anlattıysa inandıramadı ben ve benim gibi mantıklılara.
'Adı üzerinde cep telefonu arama yapmak için var, ne oyunu' dimi ama!


Hala hatırladığımızda o yılları nasıl da gülüyoruz :)



Şimdi bu konu da nerden çıktı merak edebilirsin.
Şu an resmen o doksanlı yıllara dönmüş gibiyim de ordan.
Telefonum bozuk okuyucu.

Mesajlar ya gelmez ya da en erken ertesi gün gelir
Yazdığım mesajlar da karşı tarafta anlamsız semboller olarak çıkar
Arayan açmıyor diye kapatırken benim telefon çalmaz bile
Ben arayacak olurum ekran bembeyaz...

Geçtim bunları; sabah çalan bir alarmımın olmaması, kaydettiğim notların bulunamaması..

Olacak gibi değil, modellere bakmaya başladım bende.
Özelliklerden özellik beğenemedim okuyucu
'İnanamıyorum yazıda gönderebiliyorsun' dediğimiz zamanlardaki kadar muhtaç olmama rağmen 'aa mail gönderemiyor mu, istemem o modeli' dediğimi bilirim ben :)



Bu videoyu buldum nette, o yıllardan bu yana değişimin farkına varıyoruz izlerken.
Aslında işini iyi yaptığı sürece görmezden geldiğimiz ama hayatımızda önemli yere sahip olan bu aletler teknolojiye bağımlılığımızı gösteriyor adeta.
'Onlar olmasaydı ne olurdu'yu düşünmek bile istemiyoruz,
biz insanoğluyuz kolayı seviyoruz.


Ve teknolojik bile olsa bu neye sahip olsak daha fazlası için 'hadi ordan'la 'benimde var' gibi cümleleri hazırda tutuyoruz.

Kendi adıma konuşursam 'olmasaydı olmazdı' yorumunu duyacağınız ben, bir de çok tercih edilen modellerle onları kulananlara yapılan yorumları bırakıyorum.


Dip Not: Resimde bahsedilen Android daha Türkiye'de yok, siparişle sahip olabiliyorsunuz ancak diye duydum.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Yenilik İyidir



Sanki bir duraklama dönemindeydim okuyucu.
Seferleri(yazmayı) durdurdum,
lale devri yaşayalım biraz da dedim.
Lale resimleri koymadıysam da şuraya, görsellerde lale yazıp aratacak zamanı ve enerjiyi bulamayışımdandır; inan.


Bu süreçte fark ettim ki yazmak;
insanda yaptıkça yapası gelen bir ihtiyaç
ve
uzak kaldıkça da sanki eksik kaldığın bir parçan.


Baktım bu sefer kağıt dayanmıyor karalamalarımdan,
duramıyorum yazamadıkça kelimelerden uzak o ruh halimle,
dedim blogger.com bana seni gerek seni :)


Geliyorum yokluğumda varlığımı unutmamış(cümlemde anlatım bozukluğu arayanı vururum:D); birbirinden yazılası mimler getirmiş olan blogger dostlarıma.


Sevgili SIRFŞİİRSELYORUM mimlemiş, teşekkür ettim kendisine.
-Kendi ruh halinizi anlatın, bir ezginin melodisiyle ya da bir şiirin satırlarıyla ya da bir veciz sözle ya da bir resimle aktarınız. Seçim sizin, hangisini istiyorsaniz.-


Ben şu an kendimi bir sözle anlatabilirim:
" içimde kaldı ucu bilenmemiş kelimeler
anlatacak çok şey varken anlatamadıklarımla beraber "


Ve sevgili BigDreams'e teşekkür ediyorum bu mimi için;
En sevdiğin 3 görsel:
En sevdiğim görselleri 3le sınırlayamayacağımdan okuyucu,
sana hayallerimin görsellerinden takdim edicem;


hayallerimin evi


hayallerimin yaşam tarzı


hayallerimin prensi :)

En sevdiğin 3 ses:
Dalgaların sesi
Yağmurun sesi
Keman sesi

En sevdiğin 3 tat:
Çikolata
Çikolata
Çikolata
:)

En sevdiğin 3 koku:
Eve yorgun ve aç geldiğimde kapıyı açıp aldığım yemeklerin kokusu
Üstüne yağmur yağmış toprak kokusu
Acqua Di Gio Homme - Giorgio Armani

En sevdiğin 3 his:
Gözlerinden uyku akarken uyanıp da aslında daha erken olduğunu görüp sıcacık yatağa geri dönmenin hissi
Otomasyonu açıp, o en korktuğun dersten geçmiş olduğunu görmenin hissi
Sevdiğin insana sarılıp, o kolların senin yuvan olduğunu bilme hissi


Son olarak da gelmişken elim boş gelmedim, yeni blog fermanı(tasarımı) getirdim okuyucu sana
bir gerileme dönemi olmasa da bu, ıslahat şarttır diyerekten :)


Şu üstteki halden gördüğün hale geçiş yaptık.
Belki tasarım yine fazla kişisel, çok fazla da kızsal oldu ama dediğim gibi yenilik iyidir :)