Hayatla iletisimde: Ocak 2012

29 Ocak 2012 Pazar

Her Kadının Gerçekten Önem Vermesi Gereken Konu

Uzuuuun zaman önce burada yazdığım gibi reklamcılık alanında araştırmalarıma devam ederken rastladığım bu dahiyane afişleri paylaşmak istedim.

Bu, biz kadınların sıkça yaptığı bir şey.
Ufak tefek şeylerden bile mutsuz olmak; şikayet etmek.
Asıl düşünmemiz gereken, önem vermemiz gerekenlerin yerine.
Kendimize sormalıyız;
Gerçekten doğru şeylere mi takıntılıyız?




27 Ocak 2012 Cuma

Bi Seni Konuşurum..



İnsan beyni gerçekten karmaşık bir yapı olmakla beraber aslında işleyişi basittir.
Hani derler ya öğretmenler günde bir tekrar ile alınmayacak not yoktur diye
Doğrudur.
Beyne en çok ne ile ilgili veri girerse onu işler.
"İnsanın fikri neyse zikri odur." da derdi ananem.


Giriş için yeterli olmadıysa bir de şu var;
İlkokuldan beri bağımı koparmadığım, daha sonrasında komşu da olarak kardeşten farksız olduğumuz bir arkadaşım vardır.
Ben üniversiteye kayıt olduğumda o da açıktan liseye kaydolmuştu.
Çalışmaya başladı birde, okurken.
Ne zaman eve gittiğimde görüşsek bana işinden bahsederdi.
İşte şöyle oldu, işi böyle yapıyorum vs.


Bende okuyordum, bende çalışıyordum o sıralarda; üstelik farklı bir şehirdeydim ama bahsederken böylesine şevkle, her bir ayrıntıyla süslemiyordum.
Çünkü anlatılacaklar hep o çalışma arkadaşlarının arasındaki muhabbet olup başkasıyla o kadar iyi gitmezdi.

Hem bir insanın hayatı işten ibaret mi olur?
Ben daha çok tanıştığım insanlardan, gördüğüm yerlerden bahsetmeyi seviyordum.


Derken bu sene düzenli bir işim olduğunda eve yorgun argın geldiğimde bile anlatmayı sevdiğimde anladım.
Daha doğrusu ev arkadaşlarımın yüzünde gördüm, benim arkadaşıma baktığım ifadenin aynısını.
Bende yapıyordum.
Gün içinde en fazla zamanımı işte geçiriyordum ve beynim en fazla veriyi iş konusunda alıyordu.
Artık hayatı işinden ibaret bir yetişkin mi oluyordum?
Demek hobiler bu yüzden vardı.
Cv'de bile hobilerimizden bahsetmemizin zaten bir nedeni olmalıydı.


Gelişmeyi de tamamladığımıza göre artık sonuca, bir ana fikre varmamız gerek ama inanın hiç bir fikrim yok.
Yani elbette şuraya bir şeyler anlatmaya geldim ama ne yazarsam daha benim yeni keşfettiğim ve tam oturtamadığım tavsiyemi tam verebilirim bilmiyorum;
deniyorum :)


Bildiğim biz insanlar sosyal varlıklarız, temel tek düzeliklerin dışında harekete farklılıklara ihtiyacımız var
ve
beynimizin işleyişi de belli olduğuna göre (bknz: ananemin lafı)
hayatımız sadece iş, sadece okul veya sadece aileden ibaret olmamalı.
Asında sadece hobilerden de ibaret olmamalı.


Konuştuğumuzda bahsettiklerimiz evrenin gerçekleri, dünyayı nasıl kurtarırız falan olmak zorunda da değil elbet
ama
Tek yapabildiğimiz 'ben buyum'u anlatmak da olmamalı.


Neyse toparlıyorum;
Kendini geliştirmenin yaşı, yeri, zamanı yok.
Neyle meşgul olursak olalım her zaman genel kültür ve insan ilişkilerine yönelik bir şeyler öğrenmemiz, araştırmamız ve deneyimlememiz mümkün.
Yeter ki hayatın bize sundukları arasında o tekdüzeliğe dalmayıp etrafımıza da bakalım.
Beynimizin işleyişini salt yapabiliyoruz diye tekdüzeliklerle harcamayalım.


***


Bir konu daha var ki bahsetmek istediğim;
Dostlarınla bir araya geldiğinizde hani o seni hiç ilgilendirmeyen işte nasıl başarılıymış, hocaları ne kadar gıcıkmış ve ya sevgiliyle tekrar barışmaları gibi konularda anlayışlı olman gerektiğini bil.
Çünkü fark etsen de fark etmesen de sen de aynı şeyleri yapıyorsun.


İşte böyle okuyucu...


Yazıya en uygun olduğunu düşündüğüm parçayla veda ederken
iletişimin bol ola diyorum :)

26 Ocak 2012 Perşembe

Bana Malahitini göster sana kim olduğunu söyleyeyim.

Bir önceki yazımda bahsettiğim üzere çalışmaktayım okuyucu; işteyim
Ya da markamızın altında yazdığı gibi;
"Değerli Taşların Tasarımla Buluştuğu Nokta" da.
Diğer bir deyişle değerli-değersiz müşterinin rapunzell ile buluştuğu nokta burası.

Her türden insanı tanıdığımı düşünürdüm; yanılmışım.
Esnaf ne yapsa haklıdır; bakın o kadar söylüyorum.

Bizim insanımıza bir şey zaten beğendirmek zor..
Hadi beğendi diyelim, ille pazarlık edecek.
Kayseriliden daha Kayserili olurken de işçiliğe değer vermeyecek.

Mesela bizim işimiz bijüteri değil mücevherat diyerek fiyatlarını mazur göstermeye çalıştığımız 'ay aşırı pahalı'cılar
ile
Elbette gerçek onlar diyerek napsak inandıramadığımız 'nasıl bu kadar' ucuz diyen çok bilmişler
ölümüne kapışırlar pazarlıkta.

Kimi zaman 'kim' lafından başka sözcük dağarcığı olmayan insanlara laf anlatmaya çalışırız:
"Beyefendi bizim ürünlerimiz tasarım olduğu için fotoğraf çekmek yasak."
"Kim fotoğraf çekiyor?"
"Siz? Lütfen kamerayı kapatır mısınız?"
"Kim diyor?"
"Patronumuz ürünlerinin çekilmesini istemiyor."
"Kim o kim?"
"Bakın-"
"Ben bi görüşem onunla, kim? Kimmiş söyleyin ... Kim o kim?"

Bazen de gelenler bize bizim mesleği öğretmeye çalışır;
"Gerçek inci mi bunlar?"
"Elbette. Deneyebilirsiniz, soyulmaz."
"Doğuruyor mu?"
"Nasıl?"
"Gerçek inci dediğin doğurur."
"Uygun şart ve zamanda olacak bir şey o ama ille doğurur diyemeyiz.
Karanlık ve nemsiz bir ortamda saklanması lazım."
"Ama gerçek inci doğurur, doğurması lazım."
Burada uzun bir inci doğumu belgeseli araya giriyor.
"Ben incilerimi pudralıyorum, sonra kilerde bekletiyorum doğurması için."
"Biz damızlık olsunlar diye değil, takılsınlar diye satıyoruz" diyemiyoruz tabi.


Bazen de özenerek düzenlediğimiz vitrinlerin camlarını yeni silmişken bayanın biri gelip çocuğunu oturtarak altını değiştirmeye kalkıyor!
Hem de avm'nin tam orta yerinde.
Şaşkın bakışlarla olayı kavramaya çalışan bize bakıyor, gülüyor ve
"Annecim, ablalara merhaba yap!" diyebiliyor.


Ya da yarım saat boyunca hediye bakıyorum diyerek tüm takıları üzerimde denettirmeye kalkmış kişi "Aslında benim hediye alacak kimsem yok, size alabilir miyim?" ile ağlanacak halime güldürebiliyor.
Buna benzer bir vakayı da bir turist ile yaşadım.
Maalesef koca avm'de dil bilen tek kişi olan bana yabancılara yardım işi düşüyordu.
Daha sonra beni yerime kadar geçiren adam gelmişken bir hediye almalıyım dedi ve beraberce seçtik.
Paketleyip uzattığımda yardımların için bunu sana aldım dedi o hızla gözden kayboldu!
"Ama kabul edemem" yakarışlarımla elimde paket kalakalmıştım.

En güzelini de en sona sakladım:
"Makalin taşı var mı? Ben ondan almıştım geçende."
"?? Malahit?"
"Evet, evet ondan."
Ürünler gösterilir falan işte o an, tam kadın konuşmadan önceki var ya, ağzımızın son kapalı olduğu an olacaktır.
"Bu yüzüğü ikiz bebeği olan bir kadın almalı. Bakın ikiz bebek var taşın içinde."
Biz şaşkınızdır; o da hız kaybetmeden diğer ürünler ile falına devam eder.
"Bakın bunda da hamile bir kadın var. İşte şurası karnı ... Benim geçen aldığım taşın içinde üç kişilik bir aile vardı, bize uyduğu için almıştım zaten. Siz bunu nasıl bilmezsiniz bu işin içinde bilmiyorum. Aaa şu taşın içinde de tek taş pırlanta var. Bunu bir genç kız alacak ..."
Ve işin kötü tarafı kadın gittikten sonra bile ne kadar baksak, kime göstersek dediği şekillere rastlanılamaz.


Dip Not: Malahit yeşilin çok hoş tonları olan kendisinden desenleriyle ünlü 'kraliçe taşı' olarak da anılan bir maden. İlk keşfedildiğinde zamanın kraliçesinin sadece bana özel olmalı diyerek halkının kullanımına yasakladığı taşımızın neşe ve huzur vermesi, empati yeteneğini geliştirmesi, kalbe iyi gelmesi, sıkıntılardan kurtarması gibi özellikleri bilinmektedir. Başak, terazi ve oğlak burcunun taşı olarak da tanıtılabilir :)

25 Ocak 2012 Çarşamba

Türküm Doğruyum Çalışanım



Şu fani öğrencilik hayatımda girmediğim sektör; deneyimlemediğim meslek kalmamışken (fazla iddialı görmeyesin, sonuçta deneyemeyeceğim işler de mevcut, biliyorum :) ) şimdiki işim hakkında yazmak istedim.


Daha evvel gözüm pek bi yükseklerde olup isterlerse stajyer olarak alsınlar, fazla para vermesinler, prestijim yeter diyerekten çalıştığım işler ile paraya ihtiyacım olup da orda burda organizasyon, özel ders,  seminer, çeviri işleri baktım ki bana bir ömürlük sermaye vermiyor bu sene gerek insan ilişkilerimi geliştirmek gerekse her zaman işime yarayacak türden deneyim kazanmak için -satış danışmanlı-ğına atlamış bulunmaktayım okuyucu.


Bir paragraftır nokta koymadan yazıyorsun bu mudur deme.
Kısaca belamı arıyorum da diyebiliriz :)


Her işin kendi kapasitemi ölçmem ve neyi yapıp neyi yapamayacağımı görebilmem açısından farklı bir anahtar olduğunu anlayalı daha bir girişkenim.
Ve hayatımın 'ne olacaksın?' kapısında daha çok anahtar deneyip hangisinin beni nerelere ulaştırabildiğinden emin olabilmeliyim.


Her şey istemediğim bir bölümü okumaya zorlanmam ve benden başka herkesin mesleğim ve yapabileceklerim konusunda farklı yönlerde ısrarcı olmasıyla başladı desem de
bilinçaltımda ailemin tatillerde bile çalışmamı istemediğini ve benimde kendi ayaklarım üstünde durma olayını yuvadan uçtu uçalı ciddiye aldığımı söyleyebiliriz.


Vize-final aramı değerlendirmek için seçtiğim satış-kasa hesabı-iş yeri sorumluğu konusunda (amma abarttım, alt tarafı esnaflık yahu)
bir işe girme ve işteki son haftamda yazabilme imkanı buldum.


* Avm'lerin geleni gideni bol olur.
Bunun içinde muhabbeti koyulaştıracağın ya da sabrını zorlayacağın her tür mevcuttur.


* Avmlerin kendine özgü kuralları vardır; açılış saatinden sonra açılamaz, kapanış saatinden önce kapanamaz, fazla boş bırakılamaz, çoğu şey yasak vs..
(Geç kaldığım için kesilen paralarıma hala yanarım.)


* Vitrin düzenleme olayı en önemli detaylardandır; görsellik sattırır deseler de gerçek şu ki ne göz zevki ne de sadece zevk ile alakalıdır tamamen yorucusal.


* Alıcı müşteri - bakıcı müşteri ayrımını kavramak hayatta kimin ne olduğunu bilebilmeni kolaylaştıracaktır.
(bknz: alıcılar hayatı yaşar ama bakıcılar sadece onları izler fenomeni)


* Her gün en az bir defa 'ne yesek ki?' derdi ile devamındaki üç saat taşınıp düşünüp aynı menüleri alma vardır.


* Pos makineleri, kasa ve hesap makinesi müşteri gelmediğinde en yakın dostların olur; dertlerini yakınmadan dinlerler.
(Pos makinesi gün sonu basmakla meşgulken zımbayla dertleştiğim de olmuştur.)


* İş veren ve işçi arasındaki 7 farkı bulmakta zorlanmazsın.
Bulduktan sonrası en ateşli komünist sayılmana yetecek sövüp sayma ve söylenmelerden ibarettir zaten.


* Gazete (magazin eki, bulmacası için), kitap (varsa resimleri için) ile sık sık bir araya geleceğin için kendini geliştirme(!) olanağın vardır.


* Diğer çalışanlar ile kurulan karmaşık ilişkiler facebook'ta bile bulunmaz.


* Eğer benim gibi bir gevezenin eline şirket telefonu geçerse hayatında görmediğim tutarlı faturayı maaştan keserler.
Sonraki hafta boyunca boynu bükük ama prim ama emek diye dolaştığım gözlenir.


* Lise günlerinizi tekrar yaşama olasılığınız vardır.
(örn: herkese bir isim taktık; tuhaf, piramit, baş kepçe, yemez..
bir ara hikayelerini de anlatmayı çok isterim)


* Ve eğer şanslıysan shift arkadaşın ömrün boyunca bırakmayacağın kardeşin olur.


* Artık sende esnafsındır;
alışverişlerinde pazarlıkta diretmemeyi, kaba davranmayıp karşımdaki de insan demeyi, üç kuruş veriyorum diyerek kendini oranın patronu sanmamayı, en azından almıyorsan bile bir gülümsemeyi eksik etmemeyi bilmiyorsan da öğrenmişsindir.


dip not: gerçekten de o kadar esnaf hissediyorum ki kendimi, günü falan varsa haber edin kutlıycam, o derece.


bir başka dip not: esnaf mesnaf diyorsun (mesnaf da neyse artık) koyduğun resme bak denilmesin; bizim işlerde görsellik çok önemlidir, bknz: madde 3


Haydi hayırlı işler bol müşteriler :)

24 Ocak 2012 Salı

Yazacak Çok Şey Varken Yazamadıklarımla Beraber



Genelde müzik dinler yolculukta insanlar ya...

Sen birini düşün otobüste gördüğün.
Camdan dışarısına bakan dalmış gözleri ve belki de hiç kıpırtısız oturuşuyla dikkatini çekmemiş.
Ola ki dikkat etseydin düşüncelerinin karmaşasını gözlerinden okuyabileceğin.
Birden aceleci hareketlerle ceplerini karıştırıyor, çantasını arıyor.
Kağıt kalem bulduğu gibi yazmaya başlıyor.

Ya da arkadaşlarıyla konuşurken hararetli hararetli birden konu değiştirip ben bunu yazarım diye bambaşka bir tempoda kendi kendine konuşmaya başlıyor.

İşte o bendim okuyucu.

Yazmak susamak gibi içimden geldiğinde durduramadığım kelimeler; şimdilerde dinlediğim hoş ama boş şarkılar gibi bazen mırıldandığım çoğunlukla unuttuğum sözler oldu.

Nedendir bilinmez en yoğun anlarımda bile beni bırakmayan klavyemin tıkırtısı şimdilerde duymayı özlediğim seslerden.

Belki yaz boyunca roman konusu üzerine yoğunlaşıp belirlediğim planda yazmaya zorladığım için kendimi şimdi özgür bırakamıyorum kalemimi.
Belki düşündüğümden de yoğun düşüncelerim.
Belki de sadece ve sadece yazamadım bu aralar.

Yakınmaya gelmedim, paylaşmak istedim.
Bakma arada gelir gelir içimi dökerim.

Bu da yazamamamın şarkısı olsun, dinle
Ama bi dk şimdi, ben yazamıyorum derken derken yazdım mı ne?

10 Ocak 2012 Salı

Hayat Buysa Üstü Kalsın Dicem de, Öğrenciyiz Bozukluk da Lazım Oluyor

Her yarım saatte bir yeni saç modelleri deniyorum,
selam verene çatıyorum,
çikolata bile yemek istemiyorum (evet, çok şaşırtıcı)
bir de önümdeki zar zor ricalarla fotokopi çektirilmiş notlara uzaylı gibi bakıyorum.
Üstelik de izin alamadığım için iş yerinde bunları yapmaya çalışıyorum.
Ne dedin?
Ha, evet.
Final haftasındayım okuyucu.

Duvardaki çatlağa bile yarım saat boyunca bakıp içinde ev, araba, çoğunlukla da x ve y'ler görebiliyorum.
Hayatın anlamını çözsem, nirvanaya falan ulaşsam bu sıkıntılı ruh halimin sonucunda bir işe yarardı;
huzur bulurdum belki ama ne mümkün.
Daha dönem içinde ne işlemişiz onu çözmeye uğraşıyorum.
Buncadır yazmıyorum da şimdi bunlarla sizi sıkmaya mı geldim?
Hayır.

Nolucak bizim bu sonumuz onu tartışmaya geldim.
Tahmin ederim hepiniz görmüşsünüzdür bu resmi nette.


İş, okul, aile, dershane, kurs vs...
Hiç sormuyoruz kendimize; şu an ne yapıyorum, aslında ne yapmak istiyorum diye.
Seçmeden bedellerini ödüyoruz kararlarımızın.
Belki de istemediğimiz bir bölümü okuyoruz,
belki de sevmediğimiz bir işte çalışıyoruz.
Daha fazlasını elde edebilmek için, en iyisi bizim olsun düşünceleriyle.
Ama en iyisi değildir her zaman seni mutlu edecek olan.

Demiyorum ki her şeyi bırak,
ferrarini sat ve bilge ol.
(aslında en iyi tavsiyem olurdu)

Sadece arada da olsa kendine ayıracak zamanın olsun.
O yüzden finallerin de olsa, yarın önemli bir toplantın ya da dershane sınavın..
En azından bir beş dakikanı ayır ve gerçekten ne yapmak istiyorsan onu yap.
Mesela ben şu an elimde kahvem klavyemin başında olmak istiyorum ve öyleyim.
Yarın mı?
Yarın yine iş ve notlara çalışmak olabilir kaderimde ama şu beş dakika benim
ve zamanımı tüm beş dakikalık molalara ihtiyacı olan okuyuculara şu an bende çalan şarkıyı hediye etmekle değerlendireceğim.

Çünkü biliyorum okuyucu
benimde okuduğum yazıların çoğunda yaptığım gibi
filozofluk taslamış,
hayat ile beş dakika ne alaka yea,
diyecek; gerçekten denemeye değer görmeyeceksin.
Olsun, bari şarkıyı dinle dedim :)

Resimdeki gibi rahatlığı arayarak değil onu yaşayarak hayatı geçirmeniz,
bozukluklara üstü kalsın da diyebilecek kadar gönlü de cüzdanı da zenginlerden olmanız dileğiyle...

dip not: blogumu annem ya da ananem ele geçirmedi,
bizzat benden geliyor bu olgunluk diye de övüneyim :D