Hayatla iletisimde: 2010

27 Aralık 2010 Pazartesi

7 Amerikalı Bi Danaya Ortak Olup Kesmedikçe Ben de Noel Ağacı Süslemem Arkadaş!

Sevgili ZEYNO arkadaşım beni mimlemiş teşekkürler, hatta üzgünüm çok geç oldu.
Bir mim yazısı olacak evet ama 'yılbaşı' olayıyla ilgili yazmak istediklerim de var.
Bu sözü duyduğumda sevmiştim, yazacaklarım da bununla ilgili olunca başlıkta kullanıverdim.
Öncelikle de milletin yılbaşı kutlamasına bir şey diyemem.
Sonuçta ne güzel tatil bulmuş; değerlendirmiş; eğlenelim demişler.
Bu açıdan ben de arkadaşlarımla planlar peşindeyim.
Ama noel nedir arkadaş?
Bizim olmayan bir şeye neden bu kadar sahip çıkıyoruz, onu da anlamış değilim.
Tamam hep kabul ederim, iyi bir şey yapıyorlarsa örnek alınmalı.
Ama bu bizim kültürümüz, geleneğimiz değil.
Ayrıca noel dediğiniz de 31 Aralıkta kutlanan bir şey değil.
Geçen alışveriş yapıyoruz arkadaşımla bir anne-kız gördük mağazada.
Çocuk çok mızmızlanıyordu, duyduğum kadarıyla yılbaşı kostümü hakkındaydı, anne de 'bak noel babanın sana hediye getirmesini istiyorsan uslu olmalısın' gibi bir şeyler diyordu.
Çok fazla mı yabancı dizi-film izliyoruz?
Keloğlanımız noel babadan daha gerçekçiyken biz gelecek nesle neden bunu yapıyoruz?

"Olm bu insanları anlamak mümkün değil, hadi noel babayı anladım noel kedisi ne la? 
Yeminle evde karizma falan kalmadı; geçen burdan kovaladığım fare abi bida valla olmaz senin bölgene gelmem diyordu, bu gün kuzenleri de toplamış resim çektirdi şerefsiz"


Ben en iyisi şu mim sorularıma döneyim.
Baştan söyliyim kimseyi mimlemiyorum çünkü eminim herkes yazmıştır ben geç kaldım.
Hemen röportaj havasına girilir veee;
Şöyle buyrun, fotoğraf vermiyorum ama sorularınızı cevaplandırayım.

Yeni yıla nasıl ve kimlerle girmek istiyorsun?
Gönül isterdi Edward beni sırtına alsın artık ağaç tepeleri mi olur, onların o camdan duvarlı evi mi olur nereye istiyorsa götürsün; ama gerçekçi olmak lazım ailemin yanında evde olmayı isterdim, özlemişim.
Yeni yıldan beklentilerin nelerdir?
Her sene olduğu gibi -bu yıl benim yılım olacak- sözümün arkasındayım :)
Yeni yıl sence ne demek?
Yeni yıl etrafta daha çok kırmızı demek.
Cıvıl cıvıl vitrinlerle indirimler, paket programlarla sunulan hesaplı eğlence demek.
Dansöz demek :)
Yeni yıla nasıl girersen öyle gider lafına inanmasan da yine de üzerinde düşünmek demek.
Belki de aile ortamında tv'de zap yaparak tombalalı, kestaneli, çerezli bol muhabbetli bir gece demek.
Piyango biletine büyük hayaller yüklemek demek.
Sınıfta hediye çekilişi yapmak demek.
'Seneye görüşürüz'ü espri niyetine söyleyebilmek demek.
Daha aklıma gelmeyen niceleri demek ama noel dememek.
Yeni yılda ne olursa çok mutlu olursun?
Şimdi bilemedim; Spartacus benim kölem olsa mı yoksa büyük ikramiye bana çıksa mı kararsızım doğrusu :)

Yeni yıl mesajım sorulmuş son olarak da.
Aşağıdaki resmi veriyorum okuyucu ama ben bi-ki cümle kurayım yine de;
2011 senin yılın olsun, verdim gitsin.
Mutluluk, başarı, aşk, para daha ne istiyorsan getirsin.
Getirmezse de boş ver gitsin
2012 son diyorlarsa da inanma.
Daha 2013 var, 14 var, 15 var.
Yani üzülme daha var da var =)




Dip not : Beni yeniden mimleyip yazısında unutmayan crazywomenrosemary'e teşekkürler :)

22 Aralık 2010 Çarşamba

Sınavlarımla Sev Beni

Bir sınav öncesi daha yine hep beraberiz okuyucu.
Bu ne yeaa seninde ne vizen bitti ne sınavın diyebilirsin.
Sanki ben mutlu muyum sanıyorsun, birincisi bitiyor ikincisi başlıyor bu vizelerin!
Bunlar da bitince finaller başlıcak ben ona yanıyorum.
Bir de mezunlar söyler öğrencilik yıllarımı çok özlüyorum keşke yeniden okuyayım diye
Yok arkadaşım ben almayayım, bu bitsin de üstü kalsın.

Az moral yapacak bir şeyler de dinleyerek yazımıza devam ediyoruz

Aslında ben ders çalışırken keyif alan insanlar da tanıdım.
Böyle ciddi ciddi derslerini seven, kaçırmayan falan.
Ama bakın bu durum normaldir demiyorum, diyemem.

-Örnek-
-Geç kaldın.
-Dersten sonra hocanın yanındaydım.
-Hayırdır?
-Davranışsal özelliklerin genetiğini anlattı bu derste ama anne-babadan aktarılan genlerde hasta olma yüzdelerini söylemedi. Halbuki kitapta yazıyor. Evde kendimiz mi çalışalım diye sordum. 
Niye öyle bakıyorsun önemli bir konu sonuçta...
-!!!!!

-Daha vahim bir örnek-
O kadar zamandır oda arkadaşının daha önce yüzünde böyle bir ifade görmemiş arkadaşımız sorar:
-Napıyorsun orda bakim?
-(elindeki kitabı göstererek) Var ya inanamayacaksın, neler öğrendim.
-Hala ders mi çalışıyorsun sen?
-Dinle bak, kullandığımız ağrı kesicinin içine bu maddelerden koyuyorlarmış.
Koydukları şu madde semptomları azaltıyor, bu madde sadece enzim görevi görüyor.
....
Ezberlemesi bile çok zevkli.
-???

En acilinden mezun edilmeliler, tavsiyem.
Ne kendilerini yırtsınlar ders diye ne de diğer öğrencilerin morali bozulsun.

Bir de ders çalışmak kaderimiz bari eğlenceli hale getirelim diyenler var tabiii.
Mesela
Lineer denklem sıkıcı değildir, tüm olay grafiğine nasıl baktığınızdadır 
:)


Bu kadar anlamsız, işimize nerde yarayacağı belli olmayan derslerden görmeseydik belki de bu kadar sıkıcı olmazdı ders çalışmak.
Ya da bize dersi sevdirecek bir öğretmendi tek ihtiyacımız.
Mesela:
Türk, yabancı fark etmez bende böyle istiyorum bende bende


Bir de bizimkilere bak.
Soru bile soramazsın.
O anlattı ya anlamak zorundasın.
Onu geçtim anlattığın dersi kendin dinleyip de hazırlasan ya o soruları.
Bazılarını ayırıp da söylüyorum bunları.
Herkes böyle değildir, nihayetinde bende öğretmen sayılırım bi yerde.


Bir analiz çalışmaya çalışmanın yolundayken uğraştığım yazımın da sonuna geliyoruz.
Önceki vizelerde yazılarımdan tahmin edeceğin üzre sınavdan önce ders çalışmanın dışında her şeyi yapan benden tavsiye gelecek :)

Hafta sonu başladığım, hikayesini baya değişik bulduğum dizinin son bölümündeyim.

Kore sineması-dizileri seviyorsanız izleyin derim.
I'm Sorry I Love You



Derse başlamadan izleyip bitireyim ki aklım onda kalmasın dedim.
Final bölümü de izlim valla çalışcam.


Sana da iyi seyirler dilerken bende formüller, çok değişkenli fonksiyonlarla dolu bir geceye merhaba diyorum :(


11 Aralık 2010 Cumartesi

Tatil Bulmuş drukiyyes, Vol 2

Ne hallerdeyim bi bilsen okuyucu.
Dün tutup moral verecek arkadaşlar tarafından karaokeye sürüklendim.
Müzik kariyerimden bahsettiğim şu yazımdan anladığın kadarıyla felaket de diyebilirsin bu duruma.
Öyle de bir haldeyim ki dertli-dağıtmış, mikrofonu bırakmamışım kimselere.
Defalarca aynı şarkıda ısrar etmesem problem olmayabilirdi de ona rağmen alkışlar eşliğinde arkadaşın üzerinde kalmışım en son.
Bugünse baş ağrısı, midemde hareketlenmeler, neredeyse sabah yatıp az bi uykuyla bir de öğrencilerimle uğraştım ki hiç çekilir dert değildi.


Bir de bahsedeyim ki saçımı kestirdim.
Evet o belime gelen daha da uzatıcam dediğim saçlarım artık yok.
Uzuyor çabukcak, bi şey değil de uzatacak kız da artık yok.
Çünkü uzun seven adama inancı artık yok.
"saçlarımdaki kırıklar gibiydi yaşattıkların 
kestim attım ki en azından kalanları kurtaralım"

yazdım facebookta ki böyle şeyleri nette paylaşmayı pek sevmediğim halde.
Umarım birileri okuyup geçerken kapağını da yanına alır.


Ayrıca bizdeki üzgünken soluğu kuaförde alma durumu varya, işte onu yapmamalıyız.
Tamam iyi geliyor, moralim tavan yaptı ama o ruh haliyle vazgeçirmeseler yeşile boyatabilirdim.
Aynı alışveriş gibi.
Senin moralinle birlikte extrede tavan yapıyor.
Kesinlikle önermiyorum.
İlleriki günlerde varsa sağlıklı bi yöntem bulup paylaşıcam.


Şimdi tatil dönüşü başladığım gezi yazısının devamını getiriyorum.
Sorup durduğundan, hani nerde kaldı devamı dediğinden değil.
Yazmak ihtiyacı+konulara yoracak kafamın şuanda ulaşılamaması durumu.
Bildiğin gibi Yalvaç'ı anlattığım yazı uzunluk rekoru kıracakken Eğirdir'i de bir sonrakine bırakayım demiştim.
İnsan tatil bulunca bırakamıyor ki, bloğu da bununla dolup taşıyor diyelim biz.
Ya da tatile geri dönmek istiyor falan.
İşte her neyse okuyucu.

Ama başından sölemeliyim ki üzerinden geçince olmuyormuş.
Keşke gelir gelmez yazabilseydim diyorum şimdi.
Okurken eşlik etsin


Eğirdir
Yine bir bilgiyle giriyorum konuya.
Geçimini genellikle halıcılık ve su ürünleri ile sağlayan ilçe sakinleri iplikleri sararken birbirine sık sık "eğri dur" derlermiş.
Kolaylık olsun diye.
Bu sayede ismi 'eğirdir' olarak kalmış.


Daha fazla bilgi görmek için site

Eğirdir Gölü


Bizim gezdiğimiz kısmı Yeşil Ada'ydı.
Eğirdir'e bir zamanlar adalar diyarı dedirten adalardan en büyük yerleşimi barındıran ada.
Tek görülmelik yeri rumlarca kutsal sayılan Aya Stefanos Klisesi.
Eğirdir merkezden göle doğru ilerlerken Can Ada ve Yeşil Ada geliyor.
Can Ada üzerinde yerleşim yok, botanik parkı haline getirilmiş.


Bu da gidebileceğiniz en sonu :)


Gölde taş sektirmek ve manzara karşısında balık ekmeğe doyum olmaz.
Kayıklara ise kesin binin, turlayın bu güzelliği diyorum.


Kayığıyla Muammer amca.


Çok şirin bir Eğirdir yerlisi.
Bize ada hakkında bilgi verdi ve kendisinden bahsetti.
Şarkılı türkülü eğlenceli bir gezintiydi.
Giderseniz onu bulun derim ben.
Adaya gelen ünlülerden gezdirdikleri de varmış.
Kışın kar yağdığında gölün buz tuttuğundan da bahsetti bize.
Üzerinde yürüyüp karşıdan karşıya geçilebildiğinden


Kayıkla dolanırken bir resim


Dedim ya eğlenceliydi, bakma sen onun öyle durduğuna.
Gülmedi çocuğun yüzü tatil boyunca.
Kardeş torunları oluyoruz, bir nevi kuzenim yani.
Önceki yazımdan bilirsin bu geziyi İstanbul'dan gelen akraba-misafirlerle yapmıştım.
Çaktırılmasın, gelen misafirlerden de en çok onu sevmiştim:)


Sonrasında Eğirdir merkezde bir hamam sefası yapmıştık ki sormayın gitsin.
Merkezde de görülmelik Eğirdir Kalesi var aklıma gelen.


Takılma böyle kısa tuttuğuma üzerinden geçmeseydi neler döktürürdüm ben.
Fotoğrafları zor buldum şimdi, öyle klasörlere koymuşum ki.
Gerçekten gidilmesi, görülmesi gereken bir yer.
Daha niceleriyle tüm Türkiye'm gibi

9 Aralık 2010 Perşembe

Eyy Aşşşk! Geldiysen Kalbim Hızlı Çarpsın!


Bu başlık ne böyle demeyin,
ruh mu çağırıyorsun hiç demeyin.
Ruh çağırıp da uğramasına hiç ihtimal vermezken gelivermesi gibi belki de aşk.
Hem aşk insanda akıl mantık bırakmaz demezler mi,
sen benden mantıklı başlık bekliyorsun.


Yazdığı konularda bazen fikirdaşı olup bazen desteklemesem de yine de her daim yazılarını takip ettiğim 8ex-en8 beni mimlemiş.
Teşekkür ettim.
Aslında ne zamandır ilgilenemiyordum blogla, ne yazabiliyor ne de okuyabiliyordum; mimlendiğimi yeni farkettim o yüzden bu kadar geç oldu yazı.
Malum sınavlar, ardından iş gelince durum bu.
Bir mimim daha varmış ama sonra yazıcam onu da.
Ve öğrendim ki aslında bu mim birilerinin araştırmasına dayanıyormuş.

Aşk, üzerinde düşündüğüm ama yazayım diyecek kadar güvenmediğim bir konuydu.
Bu sayede el atmış oldum, hayırlsı :)
Aslında yazıp yazmama durumu birazda 'ben aşka çok inanmıyorum ama yok da diyemiyorum'dan kaynaklanıyordu.
Peki neydi bu aşk?

Genel olarak bir insan sürekli ondan bahsediyorsa, onunlayken hiç bir şey istediği gibi gitmiyorsa, sahipleniyorsa, her haltını ezberden sayabiliyorsa, lafı geçince bile heyecanlanıyorsa, bakmadan ne yaptığını söyleyebiliyorsa, her bildirimde mesajda aklından geçen isim oluyorsa aşıktır deriz biz.

Ve işte o an ya, yazı bitsin de öyle gelsin dediğim bi nevi tıkanma durumu.
Ben kiiiim; aşk kimm diye geçiriyor içimden, ne yazim ki diyorum şu an.
Baktım ilham perimden fayda yok, seni yüzüstü bırakır mıyım okuyucu; bulur buluşturrum evellallah :)

Görsel yaklaşım:

şu 


E vermişken evlilik eksik kalmasın.

Gözler kalbin aynasıdır yaklaşım:
'Herkesi' ona benzetiyorsan, aşıksın demektir. Eğer onu 'herkese' benzetiyorsan, artık yalnızsın demektir.

Aşkın 'ben kimsenin canını yakmadım onlar benim ateşten olduğumu bilerek geldiler' dediği yaklaşım:
İnsanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler, gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar.


Realist yaklaşım:
Aşk öyle bir hastalıktır ki 2 kişiyi aynı anda yatağa düşürür.


Ne ekersen onu biçersin yaklaşım:
Aşk mutluluğunu bir başkasına emanet etmek ve karşılığında onun mutluluğunun sorumluğunu almaktır.


Denklemci yaklaşım:
Aşk yazarken <3 şeklinde gösterilir.
Aşk<3, yani küçüktür 3'ten.
Ya iki kişi sever birbirini ya da karşılıksız sever biri.


Kaderci yaklaşım:

Kulaktan kulağa oynamaya benzer aşk sen ona söylersin o bir başkasına.


Varoluşçu yaklaşım:
İki farklı insanın ruhundaki çatlakların birbirini tutan menteşelere dönüşmesidir aşk.

Feminist yaklaşım:
Erkek şöyle düşünür; isterse başkasını sevsin, yeter ki sevişmesin. 
Kadın da cümle tersine döner, isterse başkasıyla sevişsin, yeter ki sevmesin... 
Çünkü kadına göre vücudun merkezi yürek, erkeğe göre etek. 
Erkek eteği paylaşamaz, kadın ise yüreği.

Şoförsen bas gaza, aşıksan vur saza yaklaşım:
(en aşka yaklaştığım zamanlarda kavuştuğum şarkı olduklarından gerek)

Aşk anlatılmaz görülür yaklaşım:
(üstüne kaç film izlediysem de değiştiremedim)

Gone with the wind


It happened one night

Dr Zhivago da eklenebilir.

Sahnelenebilir yaklaşım:
Romeo ve Juliet :)

Sayfalardan taşan yaklaşım:
(değişiyor genelde ama aklıma geleninden)
Margaret Mitchell - Rüzgar Gibi Geçti
Judith McNaught - Sonsuza Kadar
Anna Campbell - Mahrem
Lisa Valdez - Tutku
Elizabeth Hoyt - Çirkinin Aşığı
(farketmesem uzadığını daha eklicem)

En güzeliniyse kapanışa sakladım:

"Yüz yıllardır oynanmasına rağmen hicbir seyirci sahneye fırlayıp Romeo'nun zehiri içmesine engel olmamıştır.
Sonunda geminin batacağı bilindiği halde, Titanic defalarca izlenmistir.
Bitecektir korkusuyla aşktan kacarsan hayattan tat alamazsn.
Çünkü Romeo ölmeli,

Titanic batmalı,

ama

AŞK her şeye rağmen yaşanmalı."



İşte böyle okuyucu
Her şeye rağmen sana çiçekli böcüklü, bol gülüşlü ama daima kontrollü aşklar dilerim.


Umarım kısa zamanda görüşürüz, anlatacak çok şeyim var, ama yazamasam da giremesem de burda bi blog var uzakta işte o benim bloğum ve kalbim seninle :P

27 Kasım 2010 Cumartesi

Tatil Bulmuş drukiyyes, Vol 1


Tatillendim de geldim okuyucu
Netim yoktu oralarda,  bilgisayarı da elime almadım zaten pek.
Ama buncadır yokluğumu unutturacak bi postla geldim sana.
Hani yazıyor ya blogger profilimde "...geziyor, görüyor sonra da gelip burda yazıyor..." baktım diğer yazılanlar tamam gibi bir o eksik, işte onu yazısı olacak bu sefer ki de; hadi bakalım.

Annemlere kızgındım ben; anlatsam rahat 3 yazı çıkar o durumdan.
Bende gelmiyorum eve dedim, ananemlerdeyim bu bayram.
Zaman zaman (senede bir falan anca oluyor ya) ananemlere kaçmayı severim ben.
Havası suyu temiz, bir dediğimi iki etmeyen iki süpper insan (ananem ve dedem), bir ucundan diğerine yaptığım bisiklet turlarıyla karış karış bildiğim sokakları, oraya has konuşma tarzları ve sıcaklığıyla insanları, canım sıkıldıkça (ki sıkılır hep yine de severim orayı) tavlayıp takıldığım gençleri ve daha neleriyle..
Isparta, Antalya, Konya, Akşehir, Burdur'a geçerim ordan fırsattan istifade gidiş gelişlerde.

Meğer annem de bilet almış ben söyleyince, bende geleyim demesiyle hevesim bırakın kursağı daha yutamadan ağzımda kalıverdi.


İlk uğrağım Akşehir tabiki.
Daha önceki gidişlerimde Hıdırlığı, Şehitliğini, Nasrettin Hoca Türbesini, Gülmece Parkını (Nasrettin Hoca'nın heykelleri ve Guinnes Rekorler Kitabı'na girmiş olan, o hepimizin bildiği hikayelerin kazanı da burda bulunuyor), müzelerini görmüştüm.
Akşehir'i beğenirim ben.
Gerçekten de dünyanın ortasıdır orası.
İnsanlarını da severim, çok sıcak kanlılardır, sen yabancısın demezler hiç.
Gidegele büssürü arkadaş yaptım ayrıca geçen yılki ev arkadaşımın da memleketidir.
Ama Akşehir anlatmıcam bu yazıda, onu yazın Nasrettin Hoca Şenlikleri'ne gittiğimde yazmayı düşünüyorum.
Yine de şimdiden bu sene çektiğim bir kaç resmini koymadan geçersem içim el vermez

(klişe 1)
Akşehir denilince zaten ilk resim bu olmalı


Burada -Kirazlı Bahçe- arkadaşlarınla veya ailenle oturmayı seveceğin, hediyelik eşya dükkanlarından hatıra alabileceğin, bazı otobüslerin uğrama noktası olduğundan da yerli-yabancı turistlerle kaynaşabileceğin bir ortam seni bekler okuyucu.

Sonraki durağım ananemler, bayramın da gelişiyle.
İşte anlatacağım yer de orası okuyucu.
Orda doğup büyümedim ama bir şekilde bağım var işte.


(klişe 2)


Güllerin diyarından bir yer
-YALVAÇ-
Belki duydun belki de hiç bilmiyorsun
Muhtemelen ikincisi


Hemen bir bilgiyle girelim.
Yalvaç kelimesi sözlükte yol gösterici anlamına geliyormuş.
Selçuklular döneminde buraya yerleşen Oğuz Türk Oymağı'nın adı olduğundan ilçeye bu isim verilmiş.

Bu arada Akşehir'den Yalvaç'a geçerken aradaki Sultan Dağları ve Akşehir Gölü de görülmeliktir.
Nasrettin Hoca'nın maya çaldığı göl olur kendisi.
Türkiye'nin beşinci büyük gölü.


Bu da Yalvaç'a yaklaşırken karşılaşacağın bir göl.
Etrafta kimseler yoktu ne ismini sorabildim ne de hikayesini dinleyebildim ama tarafımızdan kendisinin Dedeçam Göleti olduğu sanılmakta.



Bizim ailenin bayramları gelenekseldir hep.
Öyle tatili değerlendirelim, bir yerlere gidelim olmaz.
Mümkünse her biri ayrı illerde olan aile bireyleri bir araya gelinir.
Büyüklere gidilir, el öpülür; sonra da evde hazır ve nazır beklenir, el öptürülür.
Bu hal her bayram böyledir.
Ve yine her bayram olduğu gibi daha arefe gününden baklava tepsisini yarıya getirmek, bizim danayı pek bi sevipte kaçsın kurtulsun planları peşinde koşmak ve bayram seyran dinlemeyip her zamanki gibi geç kalkmak suçlarından yargılanıp; ne zaman büyücek bu söylenmelerine maruz kaldım.
Hemen belirtmek de isterim ki aile kızı değilimdir olur da anlattıklarımdan çıkarırsan diye diyorum, alakam yoktur okuyucu.


Gelgelelim zar zor iknayı etmiştim ki Antalya'ya geçcem ben bayramın son günü, ordan dönerim okula diye; İstanbul'dan misafirlerimiz gelcekmiş haber verdiler, kaynadı benim durum tabi.
Gelenler de uzuncadır görmediğim (hatta hatırlayamadım pek ben ama küçükken oynarmışız beraber; hatta kafama elma atarmış bunu da ben çıkaramadım deyince nasıl hatırlamazsın kafana elma atardım diyerek itiraf etti!) ananemin kardeşiyle torunları vs
Aslında zaman zaman daha fazla akrabam olsun istediğim olmuştur (toplasan 3 kuzenim var çünkü) ama tatilime limon suyu sıkılmasına da katlanamazdım.
İsyanlardaydım: tamam işte erkenden geçeyim Antalya'ya ben, bırakın o zaman dayımda kalcam ben, Akşehir'den gelmezdim bilseydim ben, banane öğrenci evimde bayram kutlayaydım iyiydi ben...


Neyse ki çok da kötü olmadı gelmeleri, kafa dengi çıktılar, beraber gezdik hatta (hani bunlar memleketini tanıyacak ya); eski günleri andık, nostalji yaptık.
Bu vesileylen bizim baya bi uğraştığımız program olur kendisi sana da tavsiye ederim -myheritage family tree-
Myheritage'in sitesinde başka programlarda var; yüz tanıma, yüzünün benzerini bulma vs ilgilenirsen bir bak okuyucu.


Dedim ya eskileri andık; bana az görünen ailemizin geçmiş üyelerini keşfettik.
Mesela Kurtuluş Savaşı'nda, Çanakkale'de şehit olan atalarımızı aradık Şehitlik Meydanı'nda.
Yazılı olan ismi Anlatan Meydanı ama Şehitlik Meydanı olarak da biliniyormuş.
Yalvaç'ın tarihi yerlerini, tarihteki kişileri vs koymuşlar panolara gezip bakıyorsun.




Programla da soy ağacı çıkarttık.
Dayım bu işin erbabı, uğraşıyordu uzun zamandır araştırıp, biz de ondan aldıklarımıza katkıda bulunduk.


Dönelim gezi mevzusuna.
İşte o gelen akrabalarla Yalvaç ve Eğirdir'i gezdik.
Yalvaç'ı anlatırken gittiğimiz yerlerden de bahsedicem.




'Yapma be, kartpostalla başlatım klasik olmadı mı' demeden önce bir daha düşün derim çünkü daha da klasik bir şey koymak üzereyim


(klişelerin alası)


Önce tarihi Yalvaç Evleri'nden başlayayım.
Ordaki çoğu eski evi bakım yapıp müzeleştirmişler.
Yüz yaşını aşkın evler var.
Gezerken o yaşamdan izler görebiliyorsun.
Resimlerin hepsini ekleyemeyeceğimden bir kaçını birleştirip koymakla uğraştım, hepsi senin için okuyucu.
Elini korkak alıştırma, tıkla tıkla, büyüt de bak.








Bu bayramda çekebildiğimiz resimlerden şu üstteki.
Büyük resim bayram tatili dolayısıyla kapalı olup içini gezemeyip anca dışından bakabildiğimiz müze-ev.
Yandaki küçük resimlerse yeni restore edilen evlerden biri.
Kapısında zincir vardı ama baktık aralıktan geçebiliyoruz gezmeden gitmeyelim dedik.
Soran olursa görmedik, duymadık, bilmiyoruz.


Dedik dağ, taş görelim; az da tarihsel gezelim.
Şahin Tepesi denilen yerde bir antik kentin kazı çalışmaları yapılıyor.
Adı Psidia Antiocheia.



Yalvaç antik çağlarda da önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş.
Roma ve Bizans döneminde de kullanılan antik kentin 3000 metreyi bulan surları da yine bu dönemde onarılıp genişletilmiş.
Kentte bulunan Augustus Tapınağı da mimarisi ve süslemeleriyle ilk ve tektir.


Bahsetmeden geçmeyeyim dünyadaki ilk işçi grevi MS 16 yy'da Tiberius Meydanı'nda yapılmıştır.








Neredeyse bütün dağlara taşlara yazmışımdır.
(sanki bir şeyler iyi gidecek de, bir de mms attım bunu)
Haberlerde falan görürseniz tarihi eserler tahrip edilmiş diye ispiyonlamıyorsunuz, kim bu hain, aaa yapılmaz ki deyip geçiyorsunuz; aynı görenlere benim dediğim gibi


Uzun uzun anlatmak isterdim daha ama gerçekten çok uzun olunca link vereyim birazda resimlerden koyayım dedim.
Sitede sadece Pisidia Antiocheia'yı değil Yalvaç'ı da güzel anlatmış, merak edersen göz atarsın.
Burası da iyi anlatmış.


Olurda gidersen bu antik kentin gör diyeceğim kısımları:
Augustus Tapınağı
Batı Kapısı
Antik Tiyatro
Merkezi Kilise
Tiberius Meydanı

Anıtsal Çeşme
Propylon
Nympheum ve Su Kemerleri

Sütunlu Cadde
Roma Hamamı
Büyük Bazilika





Şimdi antik kent deyince tarihi eser, tarihi eser deyince de müze tabiki.




Müzede Psidia Antiocheia, Limenia ve bir kaç tarihsel bölgeden daha çıkarılan eserler görmek mümkündür.
Limenia Yalvaç'ın dışında Hoyran Gölü içindeki adanın adıdır.
Etrafı surlarla çevrilidir.
İçinde Tanrıça Artemis'e adanmış bir tapınak ve karşısında kaya mezarları (alttaki resimde görebilirsin) bulunmaktadır.




Çınaraltı Kahvesi'nin içinde iki metre doksan santimlik yaklaşık sekiz yüz yıl önce dikildiği tahmin edilen tarihi bir çınar ağacı bulunmakta.




Çarşıda anıtsal çınarın yakınında bulunan Devlethan Camii, medrese ve hamam da Selçuklular dönemindeki yerleşimi anlatıyor bize.






Üstteki resimde sokaklarından birini, saat kulesini, sağ altta da yöresel ekmeğini görüyorsun.
Evde hamurunu hazırlayıp büyük mahalle fırınlarında pişiren hanımlar eve kendi deyişleriyle pazar ekmeğini (bizim yediklerimizden, bakkalda fırında satılan) sokmuyorlar :)




Bu resimlerde Yalvaç'ın Hisarardı köyünden.
Bayram sonu bir düğün yemeğine davetliydik orda.
Yalvaç'da düğün yemeği verilir.
Düğün evinin önünde mahalleye büyük sofralar kurulur.
Menüyse düğün çorbası, et kavurma, pilav, helva, hoşaftır.




Hisarardı'na giderken çayın öteki tarafında eski deri fabrikasını görüyoruz.
Orda çalışmışların söleyişiyle 'şirket'
Şimdi ana yapıyı koruyup içine otel yapıyorlar, onun inşaatıyla karşılaştık.
Önündeki parka eski makinaları çıkarmışlar.


Eskiden Yalvaç mesleklerine bakılırsa zaten dericilik, keçecilik, halıcılık, tarım ve hayvancılık görülüyor.
Deri tabakhanelerinde bugün bile eski yöntemler kullanılarak imalat yapılıyor.
Eğer koku problemine aldırmazsan oralarda gezilmeliktir.






Yine Hisarardı'ndan dönüşte uğradığımız Masır Piknik Alanı.

Eğirdir'i bir sonraki posta bıraktım.
Zaten yazmadığım günlerin acısını çıkarırcasına bir uzun tutmuşum ki.
Sıkılmadan, usanmadan buraya kadar okuyan vefakar okuyucu.
Bu da sana gelsin tıkla.
Sana ve tatilde tanıştığım dinlemeyi seven Bora'ya.
Ya çok güzel bir gün geçirdim, teşekkürler burdan da.
Bursa'ya da beklerim benim nacizane öğrenci evime.
(bir ara bu nacizanenin açılımını yapmalıyım :) )



Neden 301. Spartan'ım görüyorsun şimdi.
Anne tarafından Ispartalı olunca.


Veda ederken de çocukluğumda peşine düştüğüm hazinelerden resim bırakıyorum.
Baya haberleri gelirdi kazı yerinde eski para bulup müzeye satanların.
Define avcılığı en sevdiğim işti nedense; her gün antik kente ve diğer yerlere gider, oyuncak küreklerle kazmaya çalışır, hazine arardık bizde.
Bir gün mağaralardan birinde bir yüzük bulduk.
Muhtemelen gelen turistlerden birinin düşürdüğü üzerinde nike armalı bir yüzük.
Bize göre Bizans Kralı'nın kayıp yüzüğüydü o.
Resmen paylaşamadık kuzenlerle okuyucu.
Benim de benim.
Müzelere satıp büyük paralar kazanıp cipsler alacaktık.


Ne yamandır çocukluk hayalleri..