Hayatla iletisimde: Mart 2013

30 Mart 2013 Cumartesi

Sosyal Medya'da Bir Okuyucu

-okuyan madam. ben miyim ki? yok, cık ben sarı giymem ama okurum

Facebook'ta kitap sayfalarını takip etmeye çalışıyorum. Yazar ve yayın evi sayfalarını. Kitap yorumlarını da okurum tek tek. Tavsiyelerine güvendiğim insanlar vardır, bir kitabı almadan önce ne demiş diye bakarım. Ne yazsa okurum diyeceğim yazarlar vardır, yeni bir şey yazmış mı diye alıntıları bile hevesle beklerim.

Herkesin kitap okuma zevki ayrıdır elbette ama ben benim zevklerim doğrultusunda birkaç öneride bulunmak istiyorum bu yazıda.
Genellikle roman okuyorum ben. Şu sıralar yayın evlerinin satış ve pazarlama politikalarından memnun olmayıp, benim istediğim yazarları çıkarmadıkları için yabancı e-book okuyorum.
Lisede inanılmaz bir korku-gerilim filmleri hastası ve yine bu türde kitaplar okuyan birisiydim. Favorim Stephen King'di. Ne olduysa üniversitede bir arkadaşım da görüp,
Judith MacNaught'un kitaplarına başlamam ile oldu.
Meğer içimdeki romantik, ağlak, kitaptaki gibi herolar bekleyen kız kendini belli etmek için o anı seçmiş :)
Çok yazık bunca zaman besleyip büyüttüğüm, ayakları üzerinde durmasını, yeri geldi mi çoğu erkekten daha mert olmasını bilen milenyum kadınına.
Yine gerilim, macera ve paranormal türde kitaplar okusam da kitaplığımı ve e-book listelerimi dolduran kitaplar romans kategorisinde çoğunlukla :)

Tarihi aşk romanları, dönem filmleri-dizileri ise benim için özeldir.
Benim gibi bu türe ilgi duyanlar için şu sayfayı öneriyorum ısrarla; historicalromancetr
Çok samimi bir ortamı çok sıcak sakinleri olduğu gibi sadece tarihi romanlar için değil, her çeşit kitap muhabbetini bulabilirsin okuyucu.

Bu kitap severliğim yayın sektörüne girmeme de yardım etti zamanla.
Bu nasıl çeviri diye, hadi çevirmen gözden kaçırdı bunun redaksiyonu, editörü neredeydi diyerek başladığım eleştiriler ben bundan daha iyisini yaparım dememe ve gerçekten de denemeye başlamama neden oldu.
Şurada içlerinde benim çevirdiğim kitaplardan da bulabileceğin bir yer; harlequin
Çok sevdiğim aylık kitapları ile, annelerimizin, ablalarımızın göz bebeği beyaz dizileri bulabilirsin bu adreste.

Bir zaman sonra baktım ben de yazıyorum! :)
Yazdığım hikayeleri e-kitap haline getirip yakın arkadaşlara hediye etmeye başladım ama bir utangaçlık, ben yazdım diyemiyorum. Bakma, şimdi farklı bir yazar ismiyle bir yayın evine denemeler gönderiyorum, üzerinde konuşuyoruz. Umutlu muyum, kim ne derse desin, değilim. Benim gibi iki lafı bir araya getiremeyen bile kitap yazarsa dünyada artık ne olmaz. Hem o kitabı kimler alır da okur allasen :)
Yazın bir sitede sevilen bir yazarın düzenlediği yarışmaya kısa bir şey göndermiştim. Nasıl oldu hala şaşarım dereceye girmişim. Facebook'da böyle amatör hikayeler yayınlayan sayfalar var, belki bilirsiniz. Hatta şimdi ismi çok anılan bazı yazarlar da sitelerde, sayfalarda yayınladıkları hikayeler ile ünlü olmuşlardır. Ben de sevdiğim ve kitap yorumlarıyla tanıdığım bir ablamızın sayfası için verdim hikayemi okuyabilirsiniz; kitapaşkı
Oldukça profesyonel yazılmış amatör hikayeler bulabileceğin gibi, kitap tanıtımları, ehil ağızlardan dile gelmiş kitap yorumları da seni bekler.

Aşağıda da benim takip ettiğim yayın evlerinin facebook sayfalarına tıklayarak ulaşabilirsin.
Uyarayım, hiçbiri eleştiri sevmediği gibi senden sadece beğeni bekler.
Çünkü ne çıkarsa onu okumalısın, ne çevirisine ne editine laf etmemeli, isteklerde bulunmamalısın. 
Yani bir nevi paranla rezil olmalısın.
Kazançları senin üzerinden olsa da onlar daha fazla kazanmak için serileri harcayacak, sırasını bozacak her seferinde başka çevirmene verecektir.
Romans mı? Küçümseyecek, kapaklarına ucuza telif alabildiği alakasız şeyler koysa da satacağını düşünecek, en çok parayı bu türden kırsa da okuyucusunu eleştirecek, reklamını bile yapmaya gerek görmeyecektir.
Bazısı yazarını elinde tutamayacak, çevirmenine ödeme yapmayacak, zaten az olan çeviri masrafını daha da kısmak için kitabın okunmaz hale gelmesini umursamayacaktır.
Daha da yazıp uzatmak istemiyorum, bu sektörü bence herkes benim kadar tanıyor artık.

unuttuklarım elbette vardır, affola.

İyi okumalar okuyucu.
Güzel kitaplarda buluşmak dileğiyle...

" Yaşasın, yaşasın! Lüks içinde yaşayabilirim, çünkü DÜŞ dolu ceplerim...
ROMANLARIMLA evlenip, ÇOCUK yerine de kısa HİKAYELER edineceğim... "
Jack KEROUAC

24 Mart 2013 Pazar

Susuz Yaz

" bitmiş 
aşka 
su 
katılmaz 
.
hep 
yek 
ve 
sek 
yaşanır 
ayrılık 
...
ağlanmaz "

Bu hoş sözlerin sahibi Arda Erdik olsa da yazının konusunu Necati Cumalı'nın eseri Susuz Yaz oluşturuyor okuyucu.

Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatının önde gelen isimlerinden olan yazar hikayeyi İzmir'de avukatlık yaptığı zaman gözlemleriyle yazmış, kırsal kesimin sorunlarını işlediği eseriyle aynı isimli filme ilham kaynağı olmuştur.

Hikayeden uyarlanan senaryonun yazarı ve filmin yönetmeni Metin Erksan da 64'te Türk sineması tarihindeki ilk uluslar arası başarıya imza atmış, konu böylelikle benim de ilgi alanıma girmiştir.

Oysa Metin Erksan'ı sana bir Sevmek Zamanı, belki de bir Acı Hayat ile anlatmak isterdim okuyucu, bir başka zamana diyelim...


Yılanların Öcü filmine konu ettiği toprak mülkiyeti yerine bu kez su mülkiyeti üzerinde duruyor Metin Erksan.
Sonraki filmi Kuyu ile de insan mülkiyeti üzerinde durduğunu anlatan usta, her biriyle birer ödül kazanmıştır.
Ne var ki Susuz Yaz filmi ödül kazandığı festivalde gösterileceği sırada biz komünist adamın filmini oynatmayız diyen yönetim yüzünden yönetmenin adı değiştirilmek zorunda kalıyor.

Bu isim değiştirme olayında öne sürülen bir teori daha var. O da Metin Erksan ile arasındaki anlaşmazlığa filmi kaçırıp Berlin Film Festivaline götürerek son veren Ulvi Doğan.
Hatta hatta araya porno parçalar koyarak filmi pazarladığı, daha fazla kâr elde etmek istediği de söylenmiyor değil bahsi geçen oyuncunun.

Neredeyse elli yıl önce ne olmuş, yorum yapmaktansa biz filmle ilgileneceğiz.

Yalnız filmin 2008'de yeniden gösterim öyküsünden de kısaca bahsetmeden olmaz.
Fatih Akın Berlin film festivalinde kırk yıl sonra aynı ödülü kazanan kişi olarak filmin tekrar gösterilmesi için kolları sıvamış; oyuncuları, yönetmeni de galaya çağırmıştı.
Tek sorun ortada filmin olmayışıydı.
Filmi yerde, gökte ararken bir banka kasasında bulmuş, sonunda kavuştukları filmin son yirmi dakikasının olmadığını keşfedince neye uğradıklarını şaşırmışlardı.
Neyse ki filmin sonu Almanya devlet arşivinden bulundu.
Gösterime katılmayan Metin Erksan bir yazıyla teşekkürlerini iletti: 45 yıldır kayıp olan bir eseri polisiye filmini aratmayacak bir macera ile izleyiciyle buluşturdunuz...

Filme gelirsek baş rollerde Hülya Koçyiğit, Ulvi Doğan ve Erol Taş'ı görüyoruz.
Film gerek atmosferi, işleyişi gerek ele aldığı ögeler açısından psikolojik ve toplumsal bir yansıma oluşturmuş;
kamera açıları, kullanılan kıyafetler, yörenin konuşmaları, oyunculuklar ile zamanının önünde bir yapım olarak nitelendirilmiştir.

Nitekim Metin Erksan filmi bir daha çekse daha iyi olacağını şöyle anlatır: "Avuçlarına su alan bir adam bekler. Tutar elinde o suyu, durur. Ama ne yaparsa yapsın parmaklarının arasından akar o su… Halbuki toprak olsa durur. İşte böyle başlardım."

Sonraki sözleri ise filmin Türkiye'de sansür engeline takılmasının sadece bahsi geçen birkaç sahneden ibaret olmadığını anlatır nitelikte: "Ha, bir de 'Susuz Yaz'dan sonra çok garip bir şey oldu. Filmi çektiğim zaman su kaynakları hariç bütün sular devletindi. Yalnız kaynaklar kimin tapulu arazisinde çıkıyorsa ona aitti. Ama filmden sonra kanun çıktı, kaynaklar devlete geçti. Dünyada acaba kaç film kanun çıkarmıştır?"

Ufak bir ekleme de Hülya Koçyiğit'in oynadığı ilk film olması. Çekimlerde sadece on beş yaşında olduğuna inanamıyor insan.



Filmden sonra yine Erol Taş'ın kötü adam rolünü oynadığı birçok film çekilir, kırsal temalı filmler vizyona girer ama hiçbiri böyle yer etmez beyaz perdede.


Türk sinemasından bir ustayı, daha geçen yaz kaybettiğimiz Metin Erksan'ı saygıyla anıyor; filmi izleyip kitabı okumanı şiddetle tavsiye ediyorum okuyucu.


imdb'de: susuz yaz


İzlemek lazım diyenler için; link

22 Mart 2013 Cuma

Gece

"Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen
Yitirdiğim bir mutluluk mu
Habercisi mi gelecekteki bir mutluluğun

Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen

İçimde bağıran acılar mı
Serseri, başıboş bir rüzgar mı

Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen

Ansızın çıkıp gelen bahar mı

..."
Ataol Behramoğlu

Bu gece ise gelen benim okuyucu :)
Biliyorsun ki yeni bir başlangıç yaptık burada.
Bu vesile ile değişiklik iyidir dedik ve bir yenilendik.
Şöyle bir nostalji yaparsak,

Bu ilk merhaba deyişimizmiş efenim;
-pek bir kız işiymiş ya bu.

Sonra böyle bir değişime gitmişiz...
-evet; o pembeler, kuru kafalar ben bir ergenim diye bağırıyor, farkındayım, evet.

Veee yeni temamız da bu oldu.
"Gece yıldızlardaydı ve yıldızlar uzaklarda üşürler..."

Yeni bir başlık resmi bulamasak da, adını da mı değiştirsek emin olmasak da (eh pek iletişimci sayılmam artık)
eskisi gibi güllü pembeli konseptimiz olmasa da (başa dön animasyonunu saymayıver canım)
hayatımda pek değişen bir şey olmadı okuyucu inan.

Bir diploma, birkaç kurs belgesi daha...
Biraz daha elim ekmek tuttu belki ama o kadar.
Ha birde
hep hayal ettiğim gibi İstanbul'dayım artık.

Peki birden pembelere veda edişim nedendir, değişim değilse?

Yaşlanıyor muyum ne?
Ya da içim mi karardı?
Yoksa bir gece tenhada bir vampir tarafından ısırıldım da gecelere düşkün oldum?

Hiçbiri değil...

Aslında geceye düşkün de yalnız vampirler değil.
İç karartıcı hiç değil.
Ne öyleyse?
Çünkü gece bilinmezlere açılır.
Gizemlidir,
ay ışığıdır,
biraz ıssızdır, biraz da yalnızlıktır.
Belki de uçsuz bucaksız karanlığa bakıp yalnız değiliz diyebilmek
yağmurdan sonra gök kuşağı çıkmayacağını bilmek, karanlığı sevmektir.
yıldız kayması, dilek tutmasıdır.
Hem romantik hem korkutucu hem şiirsel olandır.

Gece her zaman için merak uyandırıcı, sevilendir.
Annemin deyişiyle gece yatmaz, gündüz kalkmaz olan ben geceyi gündüze tercih etmişimdir.

ve unutma okuyucu, bu gece, yarın gece, belki her gece, belki de bir gece
ansızın gelebilirim :)

17 Mart 2013 Pazar

farz-et


Farz et ki çok uzaklardaydım, yeni döndüm
Farz et eski bir arabaya atlayıp yeni olan her şeyi gömdüm.

Dört tekerin dördü de bir değil ki
Camlarda yansımalarımı gördüm
Mutlu, mutsuz, çoğunlukla kırılgan ama cesur renklerle ambalajlanmış
Farz et alevler içinde sanırken kendimi bir titrek mum ışığıydım, söndüm.

Kimisi bir fırça darbesiyle, kimisi parayla doldurduğu cepleriyle
kimileri de bahçesine diktiği gülleriyle
Farz et benimki kalemin mürekkebi, klavyenin sesleriyle
Uzun bir ara gerekliymiş, bir yandan da hiç ara vermemiş gibi
her harfte tekrar yaşadığımı hissedercesine,
farz et ki ben döndüm.



Yeni bir blog dizaynı ve yeni yazılarla çok yakında görüşmek üzere okuyucu.