Birden uyanıyorum.
Üzerimde bir ağırlık, örtü bu.
Kanepenin üzerinde uyuyakalmışım, Ahmet örtmüş olacak.
Kapı çalıyor. Ama çalmak değil, yumruklamak.
Ayağa kalkmaya çalıştım; "Sen dur." dedi.
Kapı öyle bir vuruluyor ki artık; kırılacak sandım.
Titredim; üşümüyorum, korkudan.
Birden odaya gelen iri yarı adamların gözleri hiç iyi şeyler anlatmıyor çünkü.
Sırtlarında asılı tüfekleri var çünkü.
"Bize içeceh ver." dedi birisi.
Eşime baktım, gözleri ne derlerse yap diyordu sanki, başını sallıyor.
Mutfağa gidiyorum, titrek ellerimle dökmeden çayı bardaklara doldurmaya çalışıyorum.
Bir yandan da kulağım salonda:
...
"Ne yüzden buralere geldiğiz?"
"Tayin."
"Hökümet mi yolledi?"
"Evet."
"Hangi sebeplen?"
"Burada öğretmene ihtiyaç varmış."
"Ögretmensin. he?"
"Evet."
"Ne ögretiyorsun?"
"Okuma-yazma diyelim"
"Atatürk'de anlatiyorsun?"
"Evet."
"Neden?"
"Ders konumuzda var..."
"Seversin onu?"
"Atatürk'ü mü?"
...
Bu kadar duyabildiklerim.
Çay tepsisini alıp içeri götürecekken de onlar Ahmet'i dısarı sürüklüyorlar.
"Nereyee?"
"Çehil baci, şo gebe halınla ayağimize dolenme!"
Ne dediysem dinletemiyorum, engel olamıyorum.
Arkalarından gidiyorum ama yeterince hızlı olamıyorum.
Orada, sokağın ortasında eşim dizlerinin üstünde.
Elindeki silahı onun başına tutan bir adam tepesinde.
Bir patlama sesi...
"Hayıııııır!"
yetişemiyorum.
"Neden?" bağırıyorum "Neden, biz size ne yaptık?"
Ellerini kollarını sallayarak gidiyorlar.
Bakmıyorlar bile arkalarına.
Ama ben görüyorum.
Başında al bir şelale, yere düşüyor Ahmet'im.
Haykırıyorum, "Yardım ediiin!"
Kimse duymuyor, duymak istemiyor.
Yanına gidiyorum: "Her şey iyi olacak, iyi olacaksın."
Kapılara vuruyorum: "Lütfen, lütfen yardım edin!"
Sonunda bir tanesi açılıyor; muhtarın kapısı.
O da ağzımı kapatıyor: "Sen bizim başımızı da derde sokacaksın kadın! Sus!"
Eve koşuyorum; soğuktan telefonlar çalışmıyor.
Kimse gelmiyor, kimse yardım etmiyor!
Orada gözleri son kez sıcaklıkla bakarken bana...
Konuşamıyor ama ben anlıyorum; elini kaldırıyor ama gücü yetmiyor, ben götürüyorum karnıma.
"Yokluğumda kızıma iyi bak diyor gözleri, "Sensiz olmaz, gidemezsin!" diyor sözlerim
Sabaha buluyor jandarmalar bizi; kucağımda Ahmet, karlar birikmiş üzerimize.
Yakalanamıyor katilleri, al bayraklara sarılıyor cenazesi...
Yine bir kış gecesi kızı soruyor: "Anne, benim babam neden yok?"
Cevap veremiyorum, bende bilmiyorum. Neden yoksun?
Neden aldılar seni bizden?
Başkaları anlatıyor:
"Senin babanda şehit yavrum diyorlar; ülkesindeki insanlar eğitimsiz kalıp birbirine kötülük yapmasınlar diye savaştı."
Anlamaz diye korkuyorum, şimdi bin bir soru soracak; ama yavaşça başını sallıyor, nereden duyduysa "Şehitler ölmez vatan bölünmez." diyor.
Ağırbaşlı halleri öyle sana benziyor.
Kızın biliyor, anlıyor. Yokluğunda bana varlığını hatırlatıyor.
Ben mi?
Ben halimi hatrımı soranlara iyiyim diyorum.
Öylesine zamansızdı ki gidişin; öylesine yarım bıraktın ki beni iyi olamıyorum.
Ne istediler bizden, bir cevap cevap arıyorum.
Duyanlar başın sağ olsun diyor; ne denir ki?
Ne diyebilirim ki?
"Vatan sağ olsun!"
***
Gerçek bir hikayeydi bu; televizyondan dinledim.
Öylesi etkiledi ki beni ne kalemime engel olabildim ne anlatma isteğime.
Öğretmenleri, korucuları, polisleri,
daha bir çok suçsuz sivili böyle ailelerinden almışlar.
Hayatlarını çalmışlar.
Yazdım bende hikayesini...
Neyi değiştirir bilemedim ama yazdım.
Vicdan borcumdur, dikkatleri çeker belki.
Belki birileri duyar diye yazdım.
Ahmet Öğretmenin tam hikayesi önümüzdeki günlerde:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Fikr-i Beyan: